Müzik

14 Aralık 2007 Cuma

BİR DAKİKANIZI ALACAĞIM...

Dünya nüfusunu, mevcut halkların nispetlerini muhafaza ederek, 100 kişilik bir köy kadar küçültebilseydik bu köy şöyle olacaktı:
57 Asyalı,
21 Avrupalı,
14 Amerikalı (Kuzey,Orta, Güney) ve
8 Afrikalı
Bunlarin 52'si kadın ,
48'i erkek olacaktı
30 beyaz ,
70 beyaz ( + + ) olmayan,
30 Hıristiyan,
70 Hıristiyan olmayan,
89 heteroseksüel ,
11 homoseksüel
6 kişi bütün servetin % 59'una sahip olacaktı ve bunların hepsi ABD kökenli olacaktı.
20 kişi iyi evlerde yaşayacaktı,
30 kişi okuma-yazma bilecekti,
1'i ölmek üzere , 1'i de doğmak üzere olacaktı.
1 kişi bilgisayar sahibi,
1 kişi de (evet, sadece 1 kişi) üniversite mezunu olacaktı.
Şimdi şunları göz önünde bulundurun:
Bir harp tehlikesi ile, işkence görmek ihtimali ile, aç kalma korkusu ile karşı karşıya değilseniz, 500 milyon insandan daha iyisiniz.
Tutuklanmaktan , işkence görmekten yahut öldürülmekten korkmadan ibadethaneye gidebiliyorsaniz 3 milyar kişiden daha iyi bir şansa sahipsiniz.
Buzdolabınızda yiyeceğiniz , üzerinizde elbiseniz ve başınızı sokup uyuyabileceğiniz bir eviniz varsa, dünyadaki insanların % 75'inden daha zenginsiniz.
Bankada ve cüzdanınızda para varsa, dünyanın en imtiyazlı % 8'i arasındasınız.
Anneniz , babanız sağ ise, siz bu dünyada nâdir kişilerden birisiniz.
Birisi sizi düşündü ve bunu yazdı, çünkü okuma yazma bilmeyen 2 milyar kişiden biri değilsiniz.
Paraya ihtiyacın yokmuş gibi çalış .
Kimse seni üzmemiş gibi sev.
Kimse seni seyretmiyormuş gibi danset.
Kimse seni dinlemiyormuş gibi şarkı söyle .
Bu yazıyı dostlarına gönder . Göndermezsen hiçbir sey olmaz. Gönderirsen, belki bunu okuyan birisi gülümser...... Veya...... sen gene her zaman yaptığın gibi nereye olduğunu bilmeden, kan ter içinde koşmaya ve hayattan şikayet etmeye devam et ---

31 Ekim 2007 Çarşamba

Sana Geliyorum

Görmeden, doğduğum gecenin seherini,
Ellerim değmeden anama
Ve günah izi yokken dudaklarımda,
Bebeklere has bir dille ağlayarak,
SANA geliyorum SANA
Çırılçıplak...

Bir garip ağaç oldum aşk ülkesinde,
Köklerim sığmadı zamana;
Silktim ham meyvelerimi utandım da,
Kutsal duygularınla donandım yaprak yaprak.
SANA geliyorum SANA
Dal-budak...

Ne bir dürüm ekmek var heybemde,
Ne içecek suyum kana kana...
Bir tutam umutla düştüm yollara,
Bazen yürüyerek, bazen koşarak,
SANA geliyorum SANA
Yalın ayak...

Yollar uzadıkça yük ağırlaştı,
Ateş düştü gönlümdeki harmana.
Bıraktım ağrıyı, sızıyı bir yana;
Hasretinden ıpıl ıpıl yanarak,
SANA geliyorum SANA
Bir avuç toprak...

Seyrettim uzaktan benliğimi ki,
Et, kemik, kan değilmiş mânâ.
Habibin hakkına, İsmin hakkına
Af dilemek için ağlayarak,
SANA geliyorun SANA
Ya HAKK...
Abdurrahim Karakoç
Ahiret Yolu

Sokakta sâde bir "âmîn!" sadâsıdır gidiyor:
Mahalle halkı birikmiş, imam duâ ediyor.

Basık bir ev; kapının iç yanında bir tâbût,
Başında çınlayan âvâzı dinliyor, mebhût;


Denildi: "Fâtiha! ; âmîni kestiler bu sefer,
Göğüsler inledi, derken, açık duran eller,

Hazîn alınları bir kerre okşayıp indi;
Deminki zemzemeler bir zaman için dindi.

Duyuldu sonra imâmın nidâ-yı mağmûmu,
Diyordu:
- Söyleyin Allâh için şu merhûmu,
Nasıl bilirsiniz ey Müslümanlar?
- İyi biliriz!
-Yarın huzûr-i İlâhîde toplanıp hepiniz,
Bu yolda hüsn-i şahâdet edersiniz ya?
- Evet!
- İmâm efendi, helâllik da iste, merhamet et...
- Helâl edin hadi öyleyse şimdi hakkınızı.
- Helâl edin hadi bekletmeyin adamcağızı!

Cemâatin yüreğinden kopup "helâl olsun!"
Nidâ-yı saffeti, birden cenâze, ah-ı derûn,

Misâli uğradı evden; fezâda yükseldi.
İçerde başladı bir cûş-i nevhadır şimdi;

Baş örtüsüyle kadınlar gözüktü pencereden:
- Bıraktın öyle mi, en sonra kardeşim, bizi sen?

- Yıkıldı dostlar evim, barkım... Âh gitti kocam!..
- Dayım melek gibi insandı; ben nasıl yanmam!

- Tamam otuz senedir komşuyuz da bir kerre,
Kızıp da "ey!" demiş insan değildi, hemşîre!

- Zavallı Remziye! Boynun büküldü evlâdım...
- Babam ne oldu?
- Baban... Öldü.
- Etme Ayşe Hanım,
Bu söylenir mi ya? Hicrân olur zavallı kıza...
- Ayol, şu öksüzü bir parçacık avutsanıza...

Açın da cumbayı etrâfa baksın ağlamasın...
Göründü cumbada baktım ki tombalak, sarışın,

Sevimli bir küçücük kız... Beşinde ancak var.
Donuk yanakları üstünde parlayan yaşlar,

Zavallının eriyen ruh-i bî-günâhı idi.
Benim o mersiye yâdımda ağlıyor ebedî.

Sefine pâre ki: sırtında mevc-i bî-hissin,
Yüzer... Önünde ademden nişâne bir engin,

Çeker durur onu sâhil-cüdâ açıklarına;
Bakar mı bir taşın üstünde durmuş ağlayana?

Cenâze dûş-i cemâatte çalkalandıkça,
O tahta pâreye benzerdi, düşmüş emvâca.


Nasıl duyar ki uzaklarda inleyen kadını?
Nasıl görür ki yetîmin huruş eden yaşını?

Bu hây ü hûy-i kıyâmet-nümûn içinde söner,
Samîm-i hilkati sûzân eden enîn-i beşer.

Değilmiş öyle geniş nâlenin hudûdu meğer:
Sokak bitip dönülürken kesildi mâtemler.

O tahta pâre-i câmid, o iğbirâr-ı samût,
Güzer-gehindeki eşbâhı bir mehîb sükût

İçinde haşr ederek dalgalarla seyrediyor;
Zemîne bakmıyor artık semâ deyip gidiyor.

Bu mahmilin neye sık sık değişsin efrâdı?
Suâli fikre büyük bir hakîkat anlattı:

Evet bekâ ezecek cism-i zâr-ı fânîyi,
Vücûd çekmiyecek ömr-i câvidânîyi,

Bu bâr-ı müdhişin altında titreyip dizler,
Dayanmıyor üç adımdan ziyâde dûş-i beşer!

Ağır ağır gidiyorken cenâze kâfilesi,
Nihâyet oldu musallâ birinci merhalesi.

Çıkınca üstüne son minberin hatîb-i memât,
Açıldı dîde-i im âna perde perde hayât.

Senin en son serîrindir şu bî pervâ uzanmış taş;
Ki nermin hâb-gâhından çıkar, bir gün vurursun baş!

Elinde yok halâs imkânı, mâdâme l-hayât uğraş...
O, mutlak sedd-i râhındır, aşılmaz.. Muktedirsen aş!

Musallâ: Müncemid bir mevcidir eşk-i yetîmânın;
Musallâ: Ahıdır, berceste, mâtem-zâr-ı dünyânın;

Musallâ: Minber-i teblîğidir dünyâda, ukbânın;
Musallâ-: Ders-i ibrettir durur pîşinde, irfânın.

Bu minberden iner nâsûta en müdhiş hakîkatler,
Bu yerden yükselir lâhûta en hâlis kanâ atler.

Civârından geçer zulmette bî pâyan hayâletler:
Kefen-ber-dûş geçmişler, kalan üryan sefâletler!

Babam, kardeşlerim, evlâdım, annem... Belki bunlardan
Muazzez bildiğim kıymetli birçok yâr-ı can el ân

Bu taştan atfeder zanneylerim dünyâya son im ân...
Benim rûhum bu heykelden duyar hâmûş bin efgân!

Serîr-i saltanatlar devrilir, alt üst olur dünyâ;
Müşeyyed bürc ü bârûlar düşer bir bir, bu taş hâlâ,

Zamânın dest-i tahrîbiyle, durmuş, eyler istihzâ;
Bütün mevcûda hâkim bir adem timsâlidir gûyâ.

Namaz kılındı; duâ bitti. Kârban, yoluna
Düzüldü taht-ı memâtın girip birer koluna.

Yarım sâat henüz olmuştu. Yolcular durdu;
Demek ki; komşusu dünyânın âhiret yurdu.

Cenâze indi omuzdan yavaş yavaş, sonra,
Sokuldu servilerin ortasında bir çukura,

Atıldı üstüne üç beş kürek kemikli çamur
Kabardı toprağın altında bir an, bir ur!

Evet, çıban, ki yatan duymuyorsa dehşetini,
Dönün de arkadakinden sorun fecâ atini·

Sükûn içinde uyurken şu bir yığın toprak
İlel ebed o küçük rûh çırpınıp duracak!...
Mehmet Akif Ersoy

1 Ekim 2007 Pazartesi

UYAN

UYAN
BAKSANA KİM BOYNU BÜKÜK AĞLAYAN?
HAKK-I HAYATIN SENİN EY MÜSLÜMAN!
KURTAR O BİÇAREYİ ALLAH İÇİN,
ARTIK ÖLÜM UYKULARINDAN UYAN!


BUNCA ZAMANDIR UYUDUN, KANMADIN;
ÇEKMEDİĞİN KALMADI, USLANMADIN.
ÇİĞNEDİLER YURDUNU BAŞTAN BAŞA,
SEN YİNE BİR KERRE KIMILDANMADIN!


NİNNİ DEĞİL DİNLEDİĞİN VELVELE...
KÜKREYEREK AKMADA MÜSTAKBELE,
BİR EBEDİ SEL Kİ ZAMANDIR ADI;
HAYDI KATIL SEN DE O COŞKUN SELE.


KARŞI DURULMAZ, CEREYAN SİNE-CAK...
VARSA DURANLAR OLUR ELBET HELAK.
DALGALARIN ANLAMADAN SEYRİNİ,
GÖZ GÖRE GİRDABA NEDİR İNHİMAK?


DEHŞET-İ MAZİYİ GETİR YADINA;
KİMSE YETİŞMEZ YARIN İMDADINA.
MERHAMETİN YOK DİYELİM NEFSİNE;
MERHAMET ETMEZ MİSİN AVLADINA?


BEN ONU DÜNYAYA GETİRDİM ....DİYE,
KALKIŞACAKSIN DEMEK ÖLDÜRMEYE!
SEVK EDİYORMUŞ MEĞER İNSANLARI,
HAKK-I ÜBÜVVET DE BU CANİLİĞE!


DOĞRU MUDUR YE'S İLE OLMAK TEBAH?
YOK MU GELİP GAYRETE BİR İNTİBAH?
BEKLEDİĞİN SUBH-U KIYAMET MİDİR?
GÜN BATIYOR,SEN ARIYORSUN SABAH!


GÖZLERİ MAZİYE BAKAN MİLLETİN,
ÖMRÜ TEMADİSİ OLUR NEKBETİN.
KARŞINA MÜSTAKBELİ DİKMİŞ HUDA,
GÖRMEYE, LAKİN DAHA YOK NİYETİN!


EY KOCA ŞARK, EY EBED' MESKENET!
SENDE KIMILDANMAYA BİR NİYYET ET.
KORKUYORUM GARB'IN ELİNDEN YARIN,
KALMAYACAK ÇEKMEDİĞİN MEL'ANET.


HAKK-I HAYATIN DAHA ÇİĞNENMEDEN,
KAN DÖKEREK ALMASIN MERD İSEN.
ÇÜNKÜ BUGÜN ORTADA HAK SAHİBİ,
BİR KİŞİDİR:''HAKKIMI VERMEM!'' DİYEN

MEHMET AKİF ERSOY

13 Eylül 2007 Perşembe

GÜNÜN SURESİ

14 - İBRÂHİM SÛRESİ

Bismillahirrahmânirrahîm


1, 2Elif Lâm Râ. Bu Kur’an, Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, mutlak güç sahibi ve övgüye layık, göklerdeki ve yerdeki her şey kendisine ait olan Allah’ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır. Şiddetli azaptan dolayı vay kafirlerin haline.
3Dünya hayatını ahirete tercih edenler, (insanları) Allah yolundan çevirip onu eğri ve çelişkili göstermek isteyenler var ya, işte onlar derin bir sapıklık içindedirler.
4Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara (Allah’ın emirlerini) iyice açıklasın. Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. O mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
5Andolsun, Mûsâ’yı da, “Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah’ın (geçmiş milletleri cezalandırdığı) günlerini hatırlat” diye âyetlerimizle gönderdik. Şüphesiz bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.
6Hani Mûsâ kavmine, “Allah’ın size olan nimetini anın. Hani O sizi, Firavun ailesinden kurtarmıştı. Onlar sizi işkencenin en ağırına uğratıyorlar, oğullarınızı boğazlayıp kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. İşte bunda size Rabbinizden büyük bir imtihan vardır” demişti.
7Hani Rabbiniz şöyle duyurmuştu: “Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.”
8Mûsâ şöyle dedi: “Siz ve yeryüzünde bulunanların hepsi nankörlük etseniz de gerçek şu ki, Allah her bakımdan sınırsız zengindir, övgüye layık olandır.”
9Sizden önceki Nûh, Âd, ve Semûd kavimlerinin ve onlardan sonrakilerin –ki onları Allah’tan başkası bilmez- haberi size gelmedi mi? Onlara peygamberleri mucizeler getirdiler de onlar (öfkeden parmaklarını ısırmak için) ellerini ağızlarına götürüp, “Biz sizinle gönderileni inkar ediyoruz. Bizi çağırdığınız şeyden de derin bir şüphe içindeyiz” dediler.
10Peygamberleri dedi ki: “Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var? (Halbuki) O, günahlarınızı bağışlamak ve sizi belli bir zamana kadar ertelemek için sizi (imana) çağırıyor. Onlar, “Siz de bizim gibi sadece birer insansınız. Bizi babalarımızın taptıklarından alıkoymak istiyorsunuz. Öyleyse bize apaçık bir delil getirin” dediler.
11Peygamberleri onlara dedi ki: “Biz ancak sizin gibi birer insanız. Fakat Allah kullarından dilediğine (peygamberlik) nimetini bahşeder. Allah’ın izni olmadıkça bizim size bir delil getirmemiz haddimize değil. Mü’minler ancak Allah’a tevekkül etsinler.”
12“Allah bize yollarımızı dosdoğru göstermişken, biz ne diye ona tevekkül etmeyelim? Bize yaptığınız eziyete elbette katlanacağız. Tevekkül edenler yalnız Allah’a tevekkül etsinler.”
13İnkar edenler peygamberlerine, “Andolsun, ya sizi yurdumuzdan çıkaracağız, ya da bizim dinimize dönersiniz” dediler. Rableri de onlara şöyle vahyetti: “Biz zalimleri mutlaka yok edeceğiz.”
14“Onlardan sonra sizi elbette o yere yerleştireceğiz. Bu, makamımdan korkan ve tehdidimden sakınan kimseler içindir.”
15Peygamberler Allah’tan yardım istediler ve her inatçı zorba hüsrana uğradı.
16Hüsranın ardından da cehennem vardır. Orada kendisine irinli su içirilecektir.
17Onu yudumlamaya çalışacak fakat boğazından geçiremeyecektir. Ona her yönden ölüm gelecek fakat ölmeyecek, arkasından da şiddetli bir azap gelecektir.
18Rablerini inkar edenlerin durumu şudur: Onların işleri, fırtınalı bir günde rüzgarın şiddetle savurduğu küle benzer. (Dünyada) kazandıkları hiçbir şeyin (ahirette) yararını görmezler. İşte bu derin sapıklıktır.
19Allah’ın gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yarattığını görmedin mi? Dilerse sizi giderir ve yeni bir halk getirir.
20Bu Allah’a hiç de güç gelmez.
21İnsanların hepsi Allah’ın huzuruna çıkacak ve güçsüzler büyüklük taslayanlara diyecek ki: “Şüphesiz bizler size uymuştuk, şimdi siz az bir şey olsun Allah’ın azabından bizi koruyabilecek misiniz?” Onlar da, “Eğer Allah bizi doğru yola eriştirseydi biz de sizi doğru yola eriştirirdik. Şimdi sızlansak da, sabretsek de bizim için birdir. Artık bizim için hiçbir kurtuluş yoktur” derler.
22İş bitirilince şeytan da diyecek ki: “Şüphesiz Allah size gerçek olanı söz verdi. Ben de size söz verdim ama yalancı çıktım. Zaten benim sizi zorlayacak bir gücüm yoktu. Ben sadece sizi çağırdım, siz de hemen bana geliverdiniz. O halde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Şüphesiz ben, daha önce sizin, beni Allah’a ortak koşmanızı kabul etmemiştim. Şüphesiz, zalimlere elem dolu bir azap vardır.”
23İnanan ve salih ameller işleyenler, Rablerinin izniyle, ebedi kalacakları ve içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokulacaklardır. Oradaki esenlik dilekleri “selam” dır.
24Görmedin mi Allah güzel bir sözü nasıl misal getirdi? (Güzel bir söz), kökü sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir.
25Bu ağaç Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir.
26Kötü bir sözün durumu da; yerden koparılmış, ayakta durma imkanı olmayan kötü bir ağacın durumu gibidir.
27Allah, iman edenleri hem dünya hayatında hem de ahirette sabit bir sözle sağlamlaştırır2, zalimleri ise saptırır. Ve Allah dilediğini yapar.
28, 29Allah’ın nimetini küfre değişenleri ve kavimlerini helak yurduna, yaslanacakları cehenneme sürükleyenleri görmedin mi? O ne kötü duraktır!
30Allah’ın yolundan saptırmak için ona ortaklar koştular. De ki: “Bir süre daha faydalanın. Çünkü varışınız ateşedir.”
31İnanan kullarıma söyle, namazı dosdoğru kılsınlar, hiçbir alışveriş ve dostluğun bulunmadığı bir gün gelmeden önce kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda gizlice ve açıktan harcasınlar.
32Allah, gökleri ve yeri yaratan, gökten yağmur indiren ve onunla size rızık olarak türlü meyveler çıkaran, emri gereğince denizde yüzmek üzere gemileri emrinize veren, nehirleri de hizmetinize sunandır.
33O, âdetleri üzere hareket eden güneşi ve ayı sizin hizmetinize sunan, geceyi ve gündüzü sizin emrinize verendir.
34O, İstediğiniz şeylerin hepsinden size verdi. Eğer Allah’ın nimetlerini saymaya kalkışsanız sayamazsınız. Şüphesiz insan çok zalimdir, çok nankördür.
35Hani İbrahim demişti ki: “Rabbim! Bu şehri güvenli kıl, beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut.”
36“Rabbim! Çünkü o putlar insanlardan birçoğunu saptırdılar. Artık kim bana uyarsa o bendendir. Kim de bana karşı gelirse şüphesiz sen çok bağışlayan, çok merhamet edensin.”
37“Rabbimiz! Ben çocuklarımdan bazısını, senin kutsal evinin (Kâbe’nin) yanında ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için (böyle yaptım). Sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir, onları ürünlerden rızıklandır, umulur ki şükrederler.”
38“Rabbimiz! Şüphesiz sen, gizlediğimizi de, açığa vurduğumuzu da bilirsin. Yerde ve gökte hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.”
39“Hamd, iyice yaşlanmış iken bana İsmail’i ve İshak’ı veren Allah’a mahsustur. Şüphesiz Rabbim duayı işitendir.”
40“Rabbim! Beni namaza devam eden bir kimse eyle. Soyumdan da böyle kimseler yarat. Rabbimiz! Duamı kabul eyle.”
41“Rabbimiz! Hesap görülecek günde, beni, ana-babamı ve inananları bağışla.”
42Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Allah onları ancak, gözlerin dehşetle bakakalacağı bir güne erteliyor.
43O gün başlarını dikerek (çağırıldıkları yere doğru) koşarlar. Gözleri kendilerine bile dönmez, kalpleri de bomboştur.
44(Ey Muhammed!) İnsanları, kendilerine azabın geleceği gün ile uyar. Zira o gün zalimler, “Ey Rabbimiz! Yakın bir süreye kadar bizi ertele de senin çağrına uyalım ve peygamberlerin izinden gidelim” diyecekler. Onlara şöyle denilecek: “Daha önce siz, sonunuzun gelmeyeceğine yemin etmemiş miydiniz?”
45“Kendilerine zulmedenlerin yerlerinde oturdunuz. Onlara ne yaptığımız ise size belli olmuştu. Size misaller de vermiştik.”
46Onlar gerçekten tuzaklarını kurmuşlardı. Tuzakları yüzünden dağlar yerinden oynayacak olsa bile, tuzakları Allah katındadır (Allah onu bilir).
47Sakın Allah’ın, peygamberlerine verdiği sözden cayacağını sanma! Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, intikam sahibidir.
48O gün yer, başka bir yere, gökler de başka göklere dönüştürülür ve insanlar bir ve kahhar (her şeyin üzerinde yegâne hakim) olan Allah’ın huzuruna çıkarlar.
49O gün, suçluları zincirlere vurulmuş olarak görürsün.
50Gömlekleri katrandandır. Yüzlerini de ateş bürüyecektir.
51Allah herkese kazandığının karşılığını vermek için böyle yapar. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir.
52Bu Kur’an; kendisiyle uyarılsınlar, Allah’ın ancak tek ilah olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara bir bildiridir.

11 Eylül 2007 Salı

*AŞK'mıdır ?

Gurbetlerde yaşamak.
Daima öteleri arzulamak
Kuşlar gibi özgürce kanat çırpmaya hasret kalmak.
Gönlü bir sevgiliye bağlayıp, gözü başkalarına yummak
Kalbini yalnızca ona açmak.
Senden öte candaki canı düşünmek.
Düşüncelerini ona hasredip, ifadelerinde hep onu zikretmek.
Kalbin daralır, yüreğin sıkışır, bir el ararsın, uzatırsın ellerini boşluğa.
İstersin ki o tutsun ellerinden.
Çünkü Canda ki Can'ın o olmuştur artık;
Gözünü onunla yummuş, kalbini ona sunmuşsundur.
Bir tebessümüne ne kadar hasretsindir. İ
stemişsindir yüreğine bir baksa,azıcıkta olsa tebessüm saçsa;
Hep hayalindir, uzattığın ellerinden onun tutması,
düştüğünde senikaldırması, ağladığında tesellinin olması;
Yere düşen gözyaşlarına mendil olmasını ne kadar da istemişsindir.
Aradığın şey o kadar uzakta değil ki;
Senin kalbinde ki mercanın içinde saklı olan şey, aradığın şeydi aslında;
Ama bu sefer mercanın içine inci değil aşk gizlenmişti.
Bir gün bir sarraf bunun farkına varacak ve kalbinde saklı olan aşkı
çıkaracaktı karanlıktan.
Sana yeni bir hayat sunacak, seni aşk bahçesinde Leyla ile büyütecekti.
Nefeslerini aşklı bir hayatta solacak, güllerini aşk bahçene ekecektin.
Yanacaktın solan her bir gül tanen için, gözyaşlarını akıtacaktın
bulamadığın Leyla için.
Geceleri uykunu bölüp, gözlerini her açtığında aşk diye çağlayacaktın.
Akan gözyaşların aşk diye akacaktı.
Yaptığın dualarını aşkla yoğuracak, yüreğinde ki kor ateşlerdepişirecektin..
Ama sil gözlerini;
Ruhunda coşan aşkın Allah için değilse.
Akıtma yaşlarını;
Kalbinde alevlenen aşkın Allah aşkı değilse.
Eğer hakkı bulamazsan kapat gözlerini, gönlün mecazlarda zaten kapanmış.;
Vedüd;
Rabbim seni bekliyordu sen aşkını Fanide harcadın;

Ey ;ben; ümidimdir en kısa zamanda gerçek aşkı bulman.*

*ALINTI*

GÜNÜN AYETİ

110 - NASR SÛRESİ

Bismillahirrahmânirrahîm


1, 2, 3Allah’ın yardımı ve fetih (Mekke fethi) geldiğinde ve insanların bölük bölük Allah’ın dinine girdiğini gördüğünde, Rabbine hamd ederek tespihte bulun ve O’ndan bağışlama dile. Çünkü O tövbeleri çok kabul edendir.

*Hatimle teravih namazi kilinacak ilceler ve camiler sunlar: *

*BAGCILAR: Esma Hatun Kocacik Camii, Yenigun Mah. 9. Sok. *

*BAHCELIEVLER: Sirinevler Kandil Camii, Hurriyet Mah. Sumbul Sok. BAKIRKOY:
M. Kemal Kiymet Demir Mescidi, Zeytinlik Mahallesi, Halkci Sok. No: 10 *

*BAYRAMPASA: Vatan Camii, Y. Dogan Mahallesi, Ulubatli Sok. No: 68 *

*Hayirseverler Camii, Orta Mahalle, Cig Sok. *

*BESIKTAS: Ertugrul Tekke Camii, Cihannuma Mahallesi, Conrad Otel'in alti *

*BEYKOZ: Alibey Camii, Yalikoy Mahallesi, Meydan Sok. *

*B.CEKMECE: Imaret Camii, Dizdariye Mah. *

*EMINONU: Coban Cavus Camii, M. Kemal Mahallesi, Sehnameci Sok. *

*FATIH: Iskenderpasa Camii, Iskenderpasa Mahallesi, Cift KumruluIar Cad. *

*Hoca Uveys Camii, H. Uveys Mahallesi, Sariguzel Caddesi No: 57 *

*KADIKOY: Iskele Camii, Caferaga Mahallesi, Tavus Sok. No: 8 *

*KAGITHANE: Sadabad Camii, Merkez Mahallesi, Eyupsultan Caddesi *

*KARTAL: Marifi Camii, Kordonboyu Mahallesi, Ankara Caddesi No: 94 *

*K.CEKMECE: Ibkas Koop. Camii, Ikitelli Org. Sanayi Ibkas Sanayi Bolgesi *

*MALTEPE: Husniye Arat Camii, Altaycesme Mahallesi, Ataturk Cad. No: 105 *

*PENDIK: Pendik Sahil Camii, Dogu Mah. *

*S.BEYLI: Ulu Cami, M. Akif Mahallesi, *

*SISLI: H.Tevfikagazade (Konyali) Camii, *

*UMRANIYE: Mustafa Avni Camii *

*USKUDAR: Cilehane Camii, Bulgurlu Mah. *

*ZEYTINBURNU: Demirciler Sitesi Camii.*


TABİİ BUNLAR İSTANBUL İLİ İÇİN GEÇERLİ.......
ANKARA'DA YA DA ÇORUM'DA BÖYLE BİR UYGULAMA VARSA BULURUZ İNŞALLAH...
İSTANBULLULAR...... HADİ.... ALLAH KABUL ETSİN TERAVİHLERİNİZİ.....

10 Eylül 2007 Pazartesi

GÜNÜN AYETİ


100 - ÂDİYÂT SÛRESİ

Bismillahirrahmânirrahîm


1, 2, 3, 4, 5, 6Soluk soluğa süratle koşan, (koşarken ayaklarını) vurarak ateş çıkaran, sabah erkenden baskın yapan, orada tozu dumana katan ve düşman topluluğunun ortasına dalan atlara andolsun ki, insan gerçekten Rabbine karşı pek nankördür.
7Hiç şüphesiz buna kendisi de şahittir.
8Hiç şüphesiz o, mal sevgisi sebebiyle çok katıdır.
9, 10, 11Acaba o bilmiyor mu ki, kabirlerde bulunanlar çıkarıldığı ve kalplerdeki ortaya konulduğu zaman, işte o gün onların Rabbi kendilerinin her halinden mutlaka haberdardır.

29 Ağustos 2007 Çarşamba

DUA

ومن هذه الأسماء ما يأتي:

الله الأول الآخر الظاهر الباطن
العلي الأعلى المتعال العظيم المجيد الكبير السميع البصير العليم الخبير الحميد العزيز القدير القادر المقتدر
القوي المتين الغني الحكيم الحليم
العفو الغفور الغفار التواب الرقيب
الشهيد الحفيظ اللطيف القريب المجيب
الودود الشاكر الشكور السيد الصمد
القاهر القهار الجبار الحسيب الهادي الحكم القدوس السلام البرُّ الوهاب
الرحمن الرحيم الكريم الأكرم الرءوف
الفتاح الرازق الرزاق الحي القيوم
الرب الملك المليك الواحد الأحد
المتكبر الخالق الخلاق البارئ المصور
المؤمن المهيمن المحيط المقيت الوكيل
الكافي الواسع الحق الجميل الرفيق
الحي الستار الإله القابض الباسط
المعطي المقدم المؤخر المبين المنان
الولي المولى النصير الشافي مالك الملك
جامع الناس نور السماوات والأرض ذو الجلال والإكرام
بديع السماوات والأرض

23 Ağustos 2007 Perşembe

VEFALI KİMSE VAR MI?
Kalkayım, gideyim, dünyayı gezeyim;
Dünyada acaba vefalı kimse var mı, arayayım.
İnsan nadir oldu, onu nerede aramalı;
Aramakla bulunacaksa, bir arayıp bakayım.
Ben arzularımı buldum ama bir insan bulamadım;
Eğer bir insan bulursam, yüzüne bir bakayım.
Vefa kıtlaştı, dünya cefa ile doldu;
Vefa acaba kimde vardır, ondan biraz isteyeyim.
Eğer bir vefalı, cömert insan bulursam,
Onu sırtımda taşıyayım, gözüme süreyim.
Eğer ben bir vefalı insan bulamazsam,
Yabani hayvanlar ile birlikte ömür süreyim.
Ya da vahşi olup, çöllerde koşayım;
İnsanlardan uzaklaşarak, dünyadan gideyim.
Dünyayı bırakarak, nehir gibi akayım,
Daha da olmazsa, kasırga gibi göklere yükseleyim.
Ey Rabbim, sıkıntı içindeyim, vefasızlara rastladım;
Vefalı acaba kimdir, ona canımı feda edeyim.
İnsanın ismi kaldı, insanlık kayboldu;
Bu insanlık nereye gitti, arkasından gideyim.
Aradım, dünyada candan bağlı bir insan yoktur;
Vefasız kimselere nasıl gönül bağlayayım.
Kimi sevdim ise, onu sevgili canım gibi tuttum;
Fakat ondan da cefa geldi, artık kimi seveyim.
Kime gönül vermeli, derdi kime açmalı;
Ben şimdi gamlıyım, biraz içimi dökeyim.
Dost ve ahbaplarımda ben sadakat bulamadım;
Kardeşim yabancı gibi duruyor,ona nasıl açılayım.
Tuz, ekmek hakkını gözeten var mı;
Ben onu altın, gümüş ve gevhere gark edeyim.
Konu-komşu, sevinç ve keder arkadaşı nerede;
Ona her şeyimi vereyim, evimi bile terk edeyim.
Arkadaş ve dost diye itimat edilecek kim var;
Ben onu bey yapıp, kendim ona kul olayım.
Halk neden bozuldu, niçin iyi adetleri bıraktı;
Hangi zamana rastladım, nereye gideyim.
Esef ederim, ben fenayım;
Fakat vefalı insanlar nerde, onları medhedeyim.
Onların koydukları iyi adet ve kanunları;
Bugün göreyim de, ben de sevineyim.
Eğer böyle değilse, iyi adet ve kanunları va'zetsinler;
Halim insanlar başköşeye geçsin, küstahları kovayım.
Bütün iyiler gitti, iyi adetleri de beraber götürdüler;
Burada insan artığı kaldı, iyileri nasıl bulayım.
Bu insan kılığında dolaşanların hepsi adam ise,
Evvelkiler melek mi idiler; ne bileyim.
Onlar gitti, ben bunlar ile kaldım;
Nasıl hareket edeyim, onlarla nasıl bağdaşayım.
Onlar akrep gibi sokarlar, sinek gibi kanımı emerler,
Köpek gibi havlarlar; hangisine yetişeyim.
Ben artık usandım, küstahlar arasına düştüm;
Her gün pişmanlık içinde bütün yükü nasıl taşıyayım.
Dünyanın bütün cevr ve cefası bana gelmesin,

Küstah ve kaba insanlardan uzak olayım.

Ey Rabbim, Peygamberimizin didarını bana nasip et;
Bir de onun dört arkadaşının yüzlerini göreyim.
Yusuf Has Hacib'den





Peygamber Efendimiz (sav) bir hadisde şöyle buyuruyor: ''Eski salih şahsiyetler, öncelikle giderler; geriye ise, sadece Allahın hiç önem vermediği hurma ve arpa döküntüleri kalır'' (Buhari,rikak9)



21 Ağustos 2007 Salı

SANA MUHTACIZ EFENDİM

Meth ve sena makamında, her şeyin sahibi seni: “Şüphesiz sen yüce bir ahlak üzerindesin.” Sözüyle övdüğü ey Allah’ın elçisi!Hangi hitap, söz, şiir, name, methiye senin özelliklerini, güzelliklerini layıkıyla ifade edebilir ki...
Gerçek hayatta mükemmellik için insanın aradığı niteliklerin kendisinde toplandığı mükemmel bir insan ve benzersiz bir eğitimci, eğitimdeki metodu Allah’ın dini olan bir eğitimci, “Beni Rabbim eğitti ve eğitimimi güzel yaptı” diyen Nebiler Nebisi!Sen ki hidayetinle, sözlerinle, hareketlerinle, hayatınla, işaretinle, sana uyanlar için bir nur ve bir lidersin! Sana muhtacız. “Andolsun ki, sizin için Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok anan kimseler için Allah’ın rasülü en güzel örnektir.” (33 Ahzab,21)İnsan, huzur ve mutluluk içinde yaşamak için senin hidayet ve yol göstericiliğine ne kadar muhtaç. Senin tebliğinle, barış ve esenlik, huzur ve saadet dini olan islamiyet ile tanıştı insanoğlu. Karanlıklar aydınlanıverdi. Sevgi, şefkat, adalet, din kardeşliği, inancı egemen kılan yeni bir dünya, yeni bir toplum düzeni kuruldu.
Sen ki bizim öncümüz ve rehberimizsin.
Seni tanımak ne büyük şeref, ne büyük saadet!Senin yolunda olmak ne mukaddes! Sana muhtacım...
Sen ki elçilik görevini, ilahi mesajı açıklama, beyan etme sorumluluğunu yüklenmiş ve bunu maddi manevi herhangi bir karşılık beklemeden yapmıştın.
Sen ki senden önceki nebi ve Rasüller gibi masum ve Allah’ın korumasıyla mahfuzsun. Sana muhtacız...
O’nun kulu ve bütün Peygamberlerin sonuncususun.
Doğruluğun, güvenirliğinin yanı sıra yaradılışının bir başka özelliği oldukça uysal, çok yumuşak huylu, sabırlıydın ey Nebi! Kimseyi incitmedin, incitmezdin de bu huyunla... Alçak gönüllü, zengin fakir ayrımı yapmazdın.. Sana muhtacız!
Cesaret, metanet, fedakarlık, dayanışma, tevekkül, gayrette benzersizdin. Seni seviyoruz ve sana muhtacız efendim. Alemlere rahmet olarak gönderildin. Bize bir müjdesin.
Rebiül evvel ayının 12. gecesi dünyamızı şereflendirdin. İyi ki doğdun efendim. Bizi şereflendirdin. Evlerimize, gönüllerimize doğdun, gönüllerimizi şereflendirdin. Seni tanımak ne büyük şeref!İşte senin hayatından ve hayatının nurundan faydalanmak, hidayet kokusundan koklamak, feyiz ve lütuf kaynaklarından kana kana, yudum yudum içmek üzere kapında duruyoruz. Sana salat ve selam getiriyoruz. “Allah’ım, Ey Rabbim, Peygamber’in Mustafa’nın (s.a.v.) ve Rasülün Murtazanın mübarek makamı ve menzili hürmetine seni görmekten ve senin sevginden uzaklaştıran her türlü vasıftan kalbimizi temizle.”
Ey Celal ve Kerem sahibi Allah’ım, O’na kavuşmayı arzu ederken, O’nun cemaati ve sünneti üzerine iken bizim canımızı al. Allah’ım! Efendimiz, sahibimiz Muhammed Mustafa’ya (s.a.v.), O’nun ailesine, ashabına salat eyle ve O’na bütün selamet yollarını ve kapılarını aç.” Amin.

17 Ağustos 2007 Cuma

NE OLUYOR BİZE ?

Ne oluyor bize? Yıllarca akan suya baktık. Arazilerimiz kuraklık ve susuzluktan çatlarken yağmur duasına çıkmayı tercih ettik. Biz yağmur duası yaparken biraz ötedeki nehirlerimiz, çaylarımız derelerimiz şırıl şırıl akıyordu. Aklımız başımıza geldi barajlar yaptık, göletler oluşturduk fakat neden sonra. Elin adamı çölde buğday yetiştirip ekmeğini yerken biz hayret etmekle yetiniyoruz.
Elimizdeki değerlerin kıymetini bilemiyoruz. Bütün bunlar yetmezmiş gibi israfta da rekor seviyelere ulaşabiliyoruz. Ülkemizde israf edilen günlük ekmeğin ortalama seksen ila yüz bin kişinin ihtiyacını karşılayacak miktarda olduğu söylendiği zaman önce ürperiyor biraz sonrada unutuveriyoruz. Çok çabuk unutan, hatta unutkanlığını bile unutan bir toplum haline geldik. Nedense hep sonradan geliyor aklımız başımıza. Kazalara kurban vermeden tedbir almıyoruz. Genetik yapımızda mı var bu davranışımız bilemiyorum. İnsanlar içinde bu böyle. Ölmeden evvel sahip çıkmıyoruz kimseye. İnsanın ölüsüne dirisinden daha çok değer veriyoruz. En çok kullandığımız kelimelerin başında "Keşke" geliyor. Bu yüzden olacak ne ağladığımız belli ne de güldüğümüz. Sanki koro halinde aynı tekerlemeyi kullanıyoruz. “Eh! Yaşayıp gidiyoruz işte.” En ciddi mes'eleleri salladığımız gibi hayatı bile sallamayı tercih ediyoruz. Hep sıfırı tükettikten sonra geliyor aklımız başımıza. Kalanını da bitirmek için “Son pişmanlık fayda vermez” deyip basıyoruz altımızdaki iskemleye tekmeyi. Oysa kullanmasını bilen için son pişmanlığın bile fayda vereceğini bir kez olsun düşünmüyoruz bile. Yediğimiz tokadın hesabını, tokadı atandan soracağımıza bir tokatta yanıbaşımızdakine sallayıveriyoruz. Herkes gücü yettiğine saldırıyor. Sonra, ne şairin yeni yazdığı bir şiiri, ne yeni çıkan bir kitap ne de bir mucidin yeni icadı…Adeta ilgilendirmiyor bizi. Oysa onlar için kaç gece uykusuz kalmışlar hatta zamanı bile unutmuşlardı. Kimin umurunda bunlar. Varsa yoksa çıkar ve menfaat. Para üzerine kurulu bir düzen. Filmlerin, dizilerin bile konusu para üzerine kurulu. Bugün toplumda bu anlayışın yaşı yedilere kadar inmiş durumda. dikkat edelim böyle bir anlayışın hakim olduğu yerde idealist insanın yetişmesi oldukça zordur. Para elbette önemlidir. Bırakınız dirilerin paraya olan ihtiyacını ölü bile parasız defnedilemiyor. Fakat her şey para olmamalı değil mi? Bütün bunlar toplumda ikiyüzlü insan sayısını artırıcı sebeplerin başında geliyor. İstediklerini elde edinceye kadar eğilen zayıf insanlar, emellerine ulaştıktan sonra bunun bedelini söz sahibi oldukları insanlardan çıkarı-yorlar. Böyle mi olmalıydı? Layık olmadan sahip olmaya çalışmazdık.
Layık olduğunda bile görev istemeyi kendine zül sayan verildiğinde ise kendini liyakat terazisinde yüzlerce defa ölçüp tartan bir anlayışın temsilcileriydik. “İnsanı yaşat ki Devlet yaşasın” düsturuyla hareket ediyorduk. Ahde Vefayı satırlardan önce gönüllere yazıyorduk. Yaşayanlar bilirler ki daha düne kadar bizim dedelerimiz çek senet nedir bilmezlerdi. Sözleri hem çek hem de senetti. Bugünkülerin bakkaldan veresiye kibrit bile alamadıkları dünyada onlar bir selamları ile bugünün milyarlarca liralık malını alabilirlerdi. Güven ve itimat sağlam idi. Bir sözleri ile iş yapanlar mahkeme kapısı nedir bilmezken, bugün dosyalar çek senet hacizleri ile dolu.
Unutulmamalı ki cüzdan seslerinin vicdan seslerini bastırdığı bir dünyada insanlar enkaz toplamakla meşguldürler. Kimbilir belki de bu yüzden kırık teli sazımızın. Akordumuz bozulmuşsa, düzen tutmuyorsa sazımız, elbet bir nedeni vardır. Avrupa'ya giden işçilerimizden çok dinledim. Sonra karara vardım ki Avrupalı komşu elinden çorba içmenin tadını bile oraya giden işçilerimizden öğrenmiş. Bir elmanın yarısını paylaşmayı, derdi bölüşmeyi… İşte akord böyle kuruluyor dünyada. Demek isteriz çalışkanlığın, iyiliğin timsali bu millet emperyalist büyülere kapılmamalı, özünde var olanı yaşatmanın mücadelesini kıyamete kadar vermeye devam etmelidir.
Yaşananlar karşısında “Ne oluyor bize” demeye hakkımız yok mu?
Ahmet Seven

Hep Seni Tesbih Eder

Tatlı esen rüzgarlar,
Çağıldayan ırmaklar,
Vızıldayan arılar,
Hep Seni tesbih eder.
Hıçkırdıkça bebekler,
Ağaçlarda meyveler,
Devrildikçe gövdeler,
Hep Seni tesbih eder.
Rahmetini umanlar,
Cehennemden korkanlar,
Cennet aşkı olanlar,
Hep Seni tesbih eder.
Tevbeye yönelenler,
Her kendine gelenler,
Dağ, taşta yürüyenler,
Hep Seni tesbih eder.
Tetik çeken parmaklar,
Vızıldayan kurşunlar,
Şehidden akan kanlar,
Hep Seni tesbih eder.
Suda yüzen gemiler,
Yerde giden binekler,
Demir, tunç tüm madenler,
Hep Seni tesbih eder.
Aşkla dolu gönüller,
Bahçelerde bülbüller,
Seherlerde müridler,
Hep Seni tesbih eder.
Gece kıyam duranlar,
Gündüz saim olanlar,
Şehid olmayı umanlar,
Hep Seni tesbih eder.
Gözden düşen damlalar,
Hamd tesbihli kalemler,
Yerde gökte olanlar,
Hep Seni tesbih eder.
Adem Kargülü

28 Temmuz 2007 Cumartesi

A Quranic Verse and Hadith

Verse-------------

And (remember) when We said to the angels: "Prostrate yourselves before Adam.". And they prostrated except Iblis (Satan), he refused and was proud and was one of the disbelievers (disobedient to Allah).

وإذ قلنا للملائكة اسجدوا لآدم فسجدوا إلا إبليس أبى واستكبر وكان من الكافرين

(2:34)

Hadith----------------------------

The Prophet (Salallaahu Alayhi Wa Salaam) said:

"There are three people to whom Allaah will not look at on the Day of Judgment: One who is disobedient to one's parents, a woman who imitates and dresses up like a man and a cuckold who agrees to his womanfolk's adultery. And there are three people to whom Allaah has forbidden Paradise: One who is disobedient to his/her parents, one who is addicted to wine, and one who mentions the favours he has done." (9)

25 Temmuz 2007 Çarşamba



Ağlasın Avuçların! ....


Şu yağan yağmura bak şu ıslanan toprağa

O duyduğun ses var ya; Tevekküldür Allah’a


Doğuşunu bir seyret iştiyakla güneşin

Hiç aklına geldi mi neden “hu” der nefesin


Dökülürken semadan sayısız kar tanesi

Birbirine değmiyor düşün nedir sebebi


Görmüyorsan perdedir gözünün önünde ki

O kalbin ne haldedir küfmüdür içinde ki


Bu dünya senin değil sahibi kim bir düşün

İzahını yapsana gece gördüğün düş-ün


İnsana bahşedilmiş kainatta her haslet

Akıl diyorum “akıl” işite en büyük servet


Hiç olmazsa saygı duy secdeye varsın başın

Kul olurken Allah’a arşa yükselir başın


İstersen ondan iste hem serveti hem ilmi

Şahit olur melekler derler bu iman ehli


Biri sana dese ki; “İnandığın Hak nerde

Ben görmezsem inanmam hadi sen göstersene”


Acıyarak bak ona! .. Gözü değil gönlü kör! ..

Bir de aklım var diyor! ..Hem inkarcı hem nankör! ...


Varsa aklın hanidir? ..Koy şuraya görelim

Deli olsan anlarız biz sana ne diyelim


Dünya’ya gelişinin mutlak var bir sebebi

Gece gündüz ağlardı kainat efendisi


Gel yarına bırakma tövbenin lezzetini

İhlas ile nadim ol affedecektir seni


Geç kalırsan kapanır gittiğin yollar bir bir

Mırıldansan da olur “Dilinden çıksın Tekbir”


Haydi kır zincirleri getir o “Şahadet-i”

Sen istersen verecek Allah her saadeti


Nefs-ine hükümdar ol esarete düşmeden

Körelt pençelerini o seni terk etmeden


Bilirsin emanettir bedenin deki canın

Zaman akıp gidiyor baki değil hayatın


Hemen şimdi hazırlan titrerken dudakların

Elini aç göklere “AĞLASIN AVUÇLARIN! ..”

Kadir Albayrak

22 Temmuz 2007 Pazar

GÜL-Ü MUHAMMEDİ

GÜL-Ü MUHAMMEDİ
Hiç bir an unutmadım seni ben ey Sevgili,
Sönmez içimde tutuşturduğun iman ateşi,
Hep canlıydı gönlümde ki o hidayet Ümidi,
Kalbimde solmayacak o Gül-ü Muhammedi.
Seni tanıdım günden beri senindir kalbim,
Huzur ile mutluluğa doygundur bu kalbim,
Karanlıktan nurunla aydınlandı bu kalbim,
Sen güneşin,aydınlandı seninle bu kalbim.
Yaratılıp tüm alemlere sen rahmet kılındın,
Bütün kullara yol gösteren rehber kılındın,
O son Peygamber,Hatem-ül Enbiya kılındın,
Kurtuluş yollarına sen, mihmandar kılındın.
Ardından gelen kullara tüm yollar asan olur,
Senin gittiğin yolda ki tüm tuzaklar bozulur,
Burada sana uyan kul,cennette komşun olur,
Hem dünya da hem ahret de kurtulmuş olur.
Seni anan bir gönülde ne acı ne de tasa olur,
O kokunu duyan insanın içi gül gülistan olur,
O gül yüzün kalbimiz de açar gonca gül olur,
Sen kalplerimize girince cennet bahçesi olur.

12 Temmuz 2007 Perşembe

MÜNACAAT

MÜNACAAT

Gündüzü geceye cevap eyledin,
Er-sultan demeden türab eyledin,
Bin yıllık firavnu harab eyledin,
Bizleri ‘biz’likten ayırma ya Rab!

Mal ve mülk senin, ben fakir kulunum,
Haramlarla hemhal hakir kulunum,
Affeyle, isyanda mahir kulunum,
Yine de duadan ayırma ya Rab!

İster bir köle ol, isterse hakan,
Nerde Karun, nerde taht-ı Süleyman,
Bin yıl yaşasak da ölümdür kalan,
Bizleri imandan ayırma ya Rab!

Dalgalansın gökte bayrağım benim,
Sorsan kefenimi, al-bayrak derim;
En kutsal sevdamdır, yemin ederim,
Yurdumu bayraktan ayırma ya Rab!

Ne kadar çözülse sevda sarmaşık,
Hayat mıdır nedir olan karmaşık,
Gücün varsa ey nefs, dünyadan var çık.
Arz Sen’in, arş Sen’in, bağışla ya Rab!

Sana açılmayan kapılar hep boş,
Sen kokmayan güller edermiş sarhoş,
Adınla başlamak her şeye, ne hoş,
Esmanı dilimden ayırma ya Rab!
Zafer Şık

6 Temmuz 2007 Cuma

İŞTE GİDİYORUM

SEVGİLİ ARKADAŞLAR,
7 TEMMUZ 2007 TARİHİ İTİBARIYLE SURİYE (ŞAM)'YE YAKLAŞIK 2 AY SÜRECEK YOKLUĞUM NEDENİYLE HEPİNİZDEN HAKKINIZI HELAL ETMENİZİ RİCA EDECEĞİM..
RABBİMİN İZNİYLE ORADA BÜYÜKLERİ ZİYARET VE ARAPÇA ÖĞRENME ŞANSIMIZ OLACAK...
BU KONULARDA ÜMİTVAR OLMAKLA BİRLİKTE DUALARINIZI DA BEKLERİM DEĞERLİ DOSTLARIM..

AND MY BROTHER,
STRANGER, MAY ALLAH BLESS YOU...
MAY ALLAH BE WITH YOU EVERYTIME..
TAKE GOOD CARE AND BE STRONG IN ISLAM INSHALLAH ALLWAYS...


HAYIRLA...
SELAM VE DUAYLA....

MERVE ZEYNEP....

3 Temmuz 2007 Salı

KUŞLAR: SİZİN KADAR HÜR OLMAK İSTİYORUM


Hayat kargaşasında, dünyanın tam ortasında yalnız olmak nasıl bir şeydir bilen var mı? Hani koskoca toplumda bir iğne kadar yer kaplamadığını hissetmek. Haykırmak çığlık atmak, ama sesini duyuramamak. Varlığını bile hissetirememek.
İnsanlar mı duygularını yitirdi, yoksa ben mi her şeyi yoğun yaşıyor ve hissediyorum? Nedir bu koşuşturma, nedir bu hırs, ya bu hayvanlaşma? İnsan ilişkileri kurmak o kadar mı zor geliyor ki herkes yalnızlığıyla boğuşuyor. Nereye doğru gidiyor bu insanlık? Duygular neden gizlendi, neden yok edildi?
Zor mudur “Seni Seviyorum” demek, şefkatli bir el dokundurmak? Zor mudur “Seni Özledim” demek, kucaklamak bırakmamacasına? Zor mudur?
..Zor mu?..
Mevlânâ (k.s.) der ya "Muhabbet ve merhamet insanlığın, hiddet ve şehvet hayvanlığın sıfatıdır."
Hayvanlaşmak istemiyorum. Hayvanlaşmış insanları görmek istemiyorum.
Şefkatli bir el, kucağına alacak, yanağımı okşayacak, yaşlarımı silecek. Şefkatli bir el, saracak, bütün özlemlerimi, hasretlerimi, acılarımı, kederlerimi dindirecek. Şefkatli bir el, yol gösterecek, sabrı öğretecek, güç verecek, destek olacak. Şefkatli bir el, beni kendine alacak, bırakmayacak.
Şefkatine muhtacım.
Rahman ve Rahim olan sensin.
Şefkatli elini dokundur bana.
Güçsüzüm, acizim, muhtacınım.
Mahrum eyleme benden Dostunun şefkatini.
Senin şefkatinı bilip, O’nun kapısında tüketeyim ömrümü.
Biliyoruz Ya Râb, bizden Rahmetini esirgemezsin, Merhametini esirgemezsin,
Şefkatini esirgemezsin. Ama biz aciziz, göremiyor ve hissedemiyoruz.
Şefkatini hissettir bize.
Tut elimizden,
Dostuna götür bizi.
“Kuşlar” sizin kadar hür olmak istiyorum.
Uçmak istiyorum.
Yerin üstü bana dar geliyor.
Bu yol bitmiyor.
Korkuyorum.
Bitsin artık.
Şefkatini dokundur yanağıma
Ya da kuş eyle beni
Hane-i Saadetin üzerinde uçuşan kuşlardan biri de ben olsam..

2 Temmuz 2007 Pazartesi

çok güzel

çok güzel

Bir kere dinle lütfen!

Hadith of the Day:

If you truly believed and trusted God, He would feed you as He feeds the birds. The birds that are hungry in the morning are all fed by the evening: only God knows how.

[Tirmidhi]

BEYAZ GÜVERCİN




Süzülüp mavi göklerden yere doğru
Omzuma bir beyaz güvercin kondu

Aldım elime, usul usul okşadım
Sevdim, gençliğimi yeniden yaşadım

Bembeyazdı tüyleri, öyle parlaktı
Açsam ellerimi, birden uçacaktı

Eğildim kulağına; dur, gitme dedim
Hareli gözlerinden öpmek istedim

Duydum; avuçlarımda sıcaklığını
Duydum; benden yıllarca uzaklığını

Çırpınan kalbini dinledim bir süre
Çağlayan bir nehrin sesini dinledim

Belki buydu sevmek, hayat belki buydu
Işıl ışıldım, gözlerim dopdoluydu

Bir name yükseldi sevinçten ve hazdan
Bir name yükseldi güzelden, beyazdan

Uzattı sevgiyle pembe gagasını
Birden öğrendim hayatın manasını

Kaderde sevgiyi sende bulmak varmış
Seninle bir çift güvercin olmak varmış.


Ümit Yaşar

1 Temmuz 2007 Pazar

CAN EFENDİM
*Gelirim ey dost; ayaklarım kanasa da dikenlerden,
Dar kafeslerden kurtulup, kırıp zincirlerimi yine Sana gelirim.
Gelmesem Sana, Sensizlikten yok olurum.
Yolunda ölmek icin, Seni ararken, Sende tükenmek icin gelirim.
Keşke hep aşkınla oturup aşkınla kalksam
Ruhlar gibi yükselip de ufkunda dolassam
Bir yolunu bulup gönlünden içeri aksam
Keşke hep aşkınla oturup aşkınla kalksam. '
Aşkının odunda pervaneler gibi can verip yansam.
Kalbini nasıl yarıp arındırdıysa melekler,
Ben de Seni rehber edinip kirlerimden arınsam.
Rabbim'e giden yolda dünyadan firar etsem,
Merhametinin gölgesine sığınsam.
Ürkek ceylan misali yanına sokulsam.
Ve yalnış efendilere köle olmaktan ebediyen kurtulsam.
Keske hep aşkınla oturup, aşkınla kalksam..
Beni de çağırır mı çağları delen sesin?
Bir dua sonrası ay yüzünle yüzüme bakıp,
"Günahkar olsan da gel!" der misin?
içimdeki sancının adı nedir, Efendim?
Nedir beni bu zamansız mekânsiz hasrete çeken,
Bu yüregimdeki agırlık.
Sadık dostun Ebu Bekir, öfkeye galip gelen Hz Ömer,
edep tacını giyen Hz Osman,
sırrını emanet ettigin ilim kapısı Hz Ali hürmetine,
Beni de kucakla şefaatinle.
Nerededir gönlüne akan yol?
Sana vuslatın şartı can mıdır söyle?
Kurban olsun canım Senin yoluna,
Vuslatına ferman gönder Efendim.
Ah Efendim, andım yine Seni her sey yâdımdan silindi.
Can Muhammed!
Gelir misin rüyama bir kez göreyim cemalini
Engelliyor günahlarım gül yüzünü görmeyi
Arzum ahirette cennete seninle girmeyi
Ne olur biraz gül bana Resul-ü Kibriya
Ne olur ümmetinden eyle Muhammed Mustafa
Bilir misin ey sevgili?
Sen Cenneti istemesen de Cennet seni istermiş,
Sen Cenneti özlemesen de, Cennet seni özlermiş,
Sensiz Cennet hiçbir şeye benzemezmiş
Bu yüzden kişi Cennette
Sevdigiyle berabermiş*...

30 Haziran 2007 Cumartesi

işte gidiyorum...

İşte gidiyorum
Birşey demeden
Arkamı dönmeden
Şikayet etmeden

Hiçbirşey almadan
Birşey vermeden
Yol ayrılmış, görmeden gidiyorum

Ne küslük var
ne pişmanlık kalbimde
Yürüyorum sanki senin yanında

Sesin uzaklaşır herbir
Adımda
Ayak izim kalmadan gidiyorum

Gerdiğin tel kalbimde kırılmadı
Gönülkuşu şarkıdan yorulmadı
Bana kimse sen gibi sarılmadı
Işığımız sönmeden gidiyorum
.........................

26 Haziran 2007 Salı

Bu kadar güzel miydin sen Ankara?

Bu kadar güzel olduğunu bilsem hiç Enkara der miydim sana?
Hayatımın zor yıllarını geçirmek durumunda olduğum bu şehre alışamamak zor geliyordu ki şimdilerde Rabbim ferahlığı serdi gönlüme...
Ankara Ankara olalı böyle güzellik, böylesi ferahlık görmedi hiç...
TEŞEKKÜRLER RABBİM..... ŞÜKÜRLER SADECE SANA...
ve bize verdiğin Can Dostlarımızın selamına, duasına, nazarına binlerce şükürler...
****************************************
Hayat bu deyip geçemediğimiz demlerde yanımızda bulunan,
madden uzak olsa da manen hissettiğimiz,
ACISI ACIMIZ OLAN
CAN DOSTLARA SELAM OLSUN...
Allah'ım her daim sizinle ve siz her daim Allah'la olun...
O'nun rızası yoldaşınız olsun...
Selametle...
Duayla...

Merve Zeynep
nam-ı diğer Stranger

25 Haziran 2007 Pazartesi

KALK VE YORUL

Kalkmak müslümanın hayatında basit veya hafif bir iş değildir. Hem de bu iş Kur’an-ı Kerim’de ‘’Kum’’ emri ile buyurulunca durum daha da ciddileşir.
Büyük bir insan geldiğinde ayağa kalkılması, yolda bir cenaze götürülürken oturanın ayağa kalkması, bazı marşlar söylenirken ayağa kalkmak... bütün bunlar nezaketen, hürmeten yapılan şeylerdir. Çünkü burada kul kula muhatap olmaktadır.
Bütün bunların ötesinde ve üstünde bir kalkmak var ki, kalk emri Hz. Allah(cc)tan gelmektedir. Askerliğini yapanlar, kalk emrinin ne olduğunu iyi bilirler. Fakat burada değişik bir emir vardır. Bu emir yaratan Allah’tan verilmektedir.
Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de takriben kalkmakla ilgili 95‘in üzerinde ayet vardır. Bunlardan bazılarını kısaca sıralayacak olursak:
‘İnsanları hak yola davet etmek için ayağa kalkmak’.
‘Günde beş defa manevi miraç yolculuğu yapmak için ayağa kalkmak’.
‘İnsanların gece derin uykularında olduğu bir zamanda teheccüd için kalkmak’.
‘Mazlumun hakkını zalimden almak için ayağa kalkmak’.
‘Allah’ın ahkamını uygulamak ve adaleti temin etmek için ayağa kalkmak’.
‘Kalbinizi arşa çevirirken, sadrımızı Kabe’ye çevirmek için ayağa kalkmak’.
Ve bunun gibi daha yüzlerce emirlerin uygulanması için ayağa kalkmak.
Her kalkıştan sonra vazifeyi yapmak ve yorulmak. Yorulmadan kalkmanın da bir değeri yoktur. O kupkuru bir hareket olur. Kalkmanın altında yatan maksat, Rıza-i Bari’dir. Ve bir emrin yerine getirilmesinin zaferidir. Namaz kılan müslüman, namazını bitirip duasını ederken çok sevinçlidir. Çünkü bir emrin ifasını yapmış ve yorulmuştur. Bu yorgunluk, şahsi menfaatine dönük bir yorulma değildir. Ücretinin Hak tarafından ödeneceğini hesaba katarak, Mevla rızası için yorulmadır.
Müslümanlar! Allah’ın emirlerinin ifasını da namaz için, yardım için, itaat için kalkınız ve yorulunuz. Yorulup da uzun vadeli bir dinlenmeye yeltenmeyiniz. Sizlerin yorgunluğunu giderecek, başka emre koşmanızdır.
‘’O halde (emrolunduğun bir işi bitirip) boşaldın mı (yine başka bir iş ve ibadet için KALK ve YORUL.’’ İnşirah suresi 7

18 Haziran 2007 Pazartesi

* NAMAZ*

*Bu çalışma; müminlerin dosdoğru, sürekli ve huşu içinde namaz kılmalarına
vesile olma arzusundadır.
*
Nafileleri kaçırmayayım derken terkedilen farzlar, mahreçlere hakkını
vereyim derken perdelenen mana ve şekle önem vereyim derken kaybolan
derinlik....

*Namaz,* mü'mini dünyevi ve şeytani istek ve arzulardan koparıp manevi
huzura, sukuna kavuşturması gerekirken; bizler namazda dahi bu dünyadan
kopamamaktayız.

*Namaz, *insanı ve toplumu fahşa ve münerden alıkoyması gerekirken; namaz
kılanlar fahşa ve münkerle barışık yaşayabilmektedirler.

"Allahu ekber" ile namaza başlayan bir insanın, namazın sonunda bambaşka ve
yenilenmiş bir mümin haline gelmesi gerekirken; bizler namazlarımızdan hiç
etkilenmiyoruz.

*Namazla* her müminin, inkilap ateşini tutuşturup şeytani ve tağuti
otoritelere karşı nefretini tazelemesi, hanif duruşunu
pekiştirmesi gerekirken; camileri dolduran milyonlarca müslüman bu
otoritelere alkış tutabilmektedirler.
**

*"Rabbimiz! Bizi gereği gibi namazını ikame edenlerden eyle!"*
**

ARDIMDAN AĞLAMA

‘’ÖLDÜĞÜM GÜN, TABUTUMU OMUZLAR ÜZERİNDE GÖRDÜĞÜN ZAMAN, BENDE BU CİHANIN DERDİ VAR SANMA... BANA AĞLAMA, YAZIK YAZIK, VAH VAH DEME... ŞEYTANIN TUZAĞINA DÜŞERSEN VAH VAHIN SIRASI O ZAMANDIR. BENİ MEZARA KOYDUKLARI ZAMAN, ELVEDA ELVEDA DEME... MEZAR CENNET KAPISININ PERDESİDİR.
BATMAYI GÖRDÜN YA, DOĞMAYI DA SEYRET. GÜNEŞLE AY’A BATMAKTAN NE ZİYAN GELİR. SANA BATMAZ GÖRÜNÜR AMA O ASLINDA DOĞMAYA HAZIRLIKTIR, YENİDEN DOĞMAKTIR. MEZAR İSE HAPİSHANE GİBİ GÖRÜNÜR AMA ASLINDA CANIN HAPİSTEN KURTULUŞUDUR...
YERE HANGİ TOHUM ATILDI DA BİTMEDİ... NEDEN İNSAN TOHUMUNA GELİNCE BİTMEYECEK ZANNINA DÜŞÜYORSUN? HANGİ KOVA KUYUYA SALINDI DA DOLU OLARAK ÇIKMADI... BU TARAFTA AĞZINI YUMDUN MU, O TARAFTA AÇ... ÇÜNKÜ ARTIK HAYHUYDAN UZAK, MEKANSIZLIK ALEMİNDESİN...’’’ Hz. Mevlânâ

MAHZUN KİTAP

EY HAYAT KİTABIMIZ, 
KURAN-I AZİMÜŞŞAN! 
YÜKSEK! RAFLARDA MISIN; 
BU MU SANA YAKIŞAN?!  
ASLİ VAZİFEN MİDİR, 
NAMAZLARDA OKUNMAK...? 
SANA ZULÜM DEĞİL Mİ, 
SÜSLÜ RAFLARA KONMAK?! 
BAZEN OKURLAR SENİ, 
BAZEN ÖPÜP – KOKLARLAR, 
BAZEN DE ÇEYİZLERLE, 
SANDIKLARDA SAKLARLAR!.. 
YA MEZAR BAŞLARINDA, 
ÖLÜYE OKUNURSUN, 
YA DA ‘’SATILSIN’’ DİYE VİTRİNLERE KONURSUN!.. 
YA CEVİZ KAPLAMALI DOLAPTA SAKLANIRSIN, 
YA DA "SUÇ UNSURUDUR" DİYE YASAKLANIRSIN... 
HÜRMET ZANNETTİKLERİ, 
ALTUN HARFLE YAZMAKTIR... 
BİLİRİM; ‘’ALTUN KILIF...’’ 
SANA MEZAR KAZMAKTIR. 
‘’ALTUN HARFLER’’ YERİNE 
KANIMLA YAZILSAYDIN TAŞ GİBİ YÜREKLERE 
ÇELİKLE KAZILSAYDIN!.. 
HAYAT DAMARLARINDA 
‘’KAN’’ GİBİ SÜRÜNSEYDİN; 
 ŞU MAHZUN DURUŞUNLA 
BANA GÖRÜNMESEYDİN!.. 
EN ÇOK ARZULADIĞIM SENİ 
‘’KAN’’ GİBİ GÖRMEK EN ÇOK NEFRET ETTİĞİM, 
SANA BİR KILIF ÖRMEK... 
 KANI ÇEKİLEN BEDEN NASIL, 
KANSIZ ÖLÜDÜR; İSMİ ‘’HAYAT’’TIR AMMA, 
HAYAT SENSİZ ÖLÜDÜR...

14 Haziran 2007 Perşembe

GÖNÜLDEN KULAKLARA...

Kudretiyle can yaratan, hikmetiyle dilde söz yaratan Allah’ın adıyla başlıyorum. O, öyle bir büyüktür ki; O’nun kapısından baş çeviren insan hangi kapıya gitse izzet bulamaz.
Büyük padişahlar O’nun dergahında başlarını yere koyarak O’na niyaz ederler, yalvarırlar.
Buyruğuna karşı gelenleri hemen cezalandırmaz; özür dileyenleri kovmaz. Kullarının günahlarını görür, hilm ile örter. Fena bir işinden dolayı kuluna gazab edecek olsa, kul tevbe edince O, günahın üzerine kalem çeker.
Yeryüzü O’nun umumi sofrasıdır. Canlılar destursuz gelir, yer, içer, istediği kadar alır, götürürler. Hem bu sofrada dost ile düşman birdir.
Perde arkasında işlenen gizli günahları görür, fakat perdenin üzerine bir perde daha örter. Eğer celal sıfatları ile tecelli edecek olsa, meleklerin dahi dehşetten kulakları işitmez, dilleri tutulur.
Eğer cemal sıfatı ile (buyurun lutfuma) diyecek olsa, şeytan bile bu lutuftan benim de payım var, demeye başlar.
Bir damla suya peri gibi suret verir. Su üzerine kim resim yapabilmiştir? Buluttan bir damla suyu denize; bir damla erlik suyunu da rahme damlatır. O sudan parlak bir inci, bu sudan selvi boylu bir insan yaratır.
Kime ki O’nun meclisinde dolu sunarlar,ona o kadeh içinde bir huşluk ilacını verirler.
Karun’un hazinesine kimse girememiştir. Şayet girmişse orada kalmış, bir daha çıkamamıştır. Akıllı olan bu kan denizinden ürker. Zira kimse orada gemisini kurtaramamıştır. Eğer sen bu yolda yürümek istiyorsan, seni geri getirecek atı, sihirleyip onu dönemeyecek hale getirmelisin. Gökler aynasına sık sık bakmalı, tedricen saffet kesbetmelisin.
Bu sayede belki aşk-ı ilahinin kokusunu seni mest eden elestü bezmindeki zamanını ararsın, isteyerek yürür, yol alır, o makama erişir, oradan da muhabbet kanadı ile uçarsın. O makamdan senin için yakin hasıl olur. Bu sayede hayal perdeleri yırtılır. Cenab-ı Hak ile senin aranda ancak celal perdesi kalır. Artık, akıl beygiri daha ileri gidemez, hayret ona dizgininden tutup ‘’DUR’’ der.
Bu tevhid denizinde ancak çalışan insan arzusuna vasıl olmuştur. İrşad edenin arkasından gitmeyen yolunu kaybeder. Bu yoldan, yani Hz. Peygamber (sa.v.)in yolundan sapanlar çok gitmişlerse de başları dönmüş perişan olmuşlardır. (Şeyh Sadi’den)

13 Haziran 2007 Çarşamba

BUGÜN TARİHTE NELER OLMUŞ?

Olaylar
1381 - Wat Tyler öncülüğündeki köylü isyancılar Londra'yı basarak hükümet binalarını ateşe verdi, hapishaneleri boşalttı ve zenginlerle yargıçların kafalarını uçurdu.
1550 - Mimar Sinan'ın eseri Süleymaniye Camii'nin temeli atıldı.
1859 - Erzurum'daki şiddetli depremde, kentin yarısından fazlası hasar gördü ve 3 bin kişi öldü.
1872 - Namık Kemal, İbret Gazetesi'ni yayımladı. Bu fikir gazetesi, 27 gün sonra kapatıldı.
1878 - Berlin Kongresi toplandı.
1891 - İstanbul Arkeoloji Müzesi ziyarete açıldı.
1921 - Mustafa Kemal, Ankara'ya gelen Fransa Temsilcisi Franklin Bouillion ile görüştü.
1928 - Türkiye Cumhuriyeti ile Düyunu Umumiye (Osmanlı borçları) alacaklıları arasında sözleşme imzalandı.
1946 - Üniversitelere özerklik veren 4936 sayılı kanun kabul edildi.
1952 - Fikir İşçileri Kanunu kabul edildi.
1961 - Federal Almanya'ya işçi gönderilmesinin esaslarını düzenleyen protokol imzalandı. İlk işçi kafilesi, 24 Haziran'da trenle yola çıktı.
1963 - 1459 Harp Okulu öğrencisinin yargılanmasına başlandı.
1969 - Irak hava kuvvetlerine ait iki jet uçağı yanlışlıkla Hakkari'yi bombaladı.
1971 - Kültür Bakanlığı kuruldu. Bakanlığa Talat Halman atandı.
1972 - Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi Banu Ergüder, içinde ceset bulunan bavulla yakalandı. Ergüder'in tecavüze karşı öldürdüğü ifadesine karşın, cinayeti örgütsel anlaşmazlık nedeniyle aynı üniversite öğrencilerinden Zeynel Altındağ'ın işlediği ortaya çıktı. Sıkıyönetimce aranan Adil Ovalıoğlu'nun öldürülmesine adı karışan Garbis Altınoğlu da yakalandı.
1991 - Türkiye ile KKTC arasında pasaport uygulaması kaldırıldı.
1993 - Süleyman Demirel'in cumhurbaşkanı seçilmesiyle boşalan DYP genel başkanlığına Tansu Çiller seçildi.
1993 - Kim Campell, Kanada'nın ilk kadın başbakanı seçildi.
1996 - Küba Devlet Başkanı Fidel Castro, Habitat II. Kent Zirvesi'ne katılmak üzere İstanbul'a geldi.
2000 - Papa II. Jean Paul'e suikast girişiminden İtalya'da cezaevinde yatan Mehmet Ali Ağca, Türkiye'ye iade edildi.
2002 - Afganistan'da geleneksel Meclis Loya Jirga toplanarak, geçici hükümet başkanı olarak Hamid Karzai'yi seçti.

Doğumlar
1928 - Nobel Ekonomi ödülü sahibi Amerikalı matematikçi John Forbes Nash.
1955 - Alan Hansen, İskoç futbolcu
1978 - Richard Kingston, Ganalı futbolcu

Ölümler
M.Ö. 323 - Büyük İskender
1965 - Besteci, müzikbilimci Refik Fersan
1974 - Ressam, dekoratör Turgut Zaim
1987 - Yazar ve çevirmen Cemil Meriç

12 Haziran 2007 Salı

Garibin Garip Türküsü

Sılada sılasız kaldım;
Suyum garip, aşım garip.
Ben kendime gurbet oldum;
İçim garip, dışım garip.

Bayram diye insem düze,
Düşman olur astar yüze.
Kattım geceyi gündüze;
Uykum garip, düşüm garip.

Temmuzda üşür gezerim,
Zemheride akar terim;
Dört mevsimde derbederim..
Yazım garip, kışım garip.

Felek bir gün rahat koymaz;
Çağırsam kaderim duymaz.
Ayağım aklıma uymaz..
Gövdem garip, başım garip.

Parasız kesem suç olur.
Acıkıp yesem suç olur.
Sözüm var, desem suç olur.
Dilim garip, dişim garip.

Ben bu devre nerden geldim..
Kırk parçayı bire böldüm.
Bugün doğdum, dünden öldüm..
Vaktim garip, yaşım garip.

Koştum hakikat ardına,
Yandım ayrılık derdine,
Git, bak, ölüler yurduna;
Kabrim garip, taşım garip.

Vur Emri(sh.132)

Hicran kucağında tuttuğum sırdaş

Hicran kucağında tuttuğum sırdaş
Çağlamış bulanmış durulmuş olsun
Sazına sözüne güven de yanaş
Kulağı ezelden burulmuş olsun

Taban tepmiş olan gam kervanında
Dostunu konuk et tatlı canında
Dostunu mihman et tatlı canında
Koçlar gibi duran pir meydanında
Aslanlar yurdunda kurulmuş olsun

Duysun aşkın elindeki revabı
Okunsun alnında çile kitabı
Neyzen gibi günahının hesabı
Mezara girmeden sorulmuş olsun

Sorulmuş olsun sorulmuş olsun
Ölmeden hesabı sorulmuş olsun
Ölmeden hesabı görülmüş olsun

YUH BABA

Üsküdar kabristanında meftun bir ''Yuh Baba'' varmış. Kabristanlığa giden yol dükkanının önünden geçermiş. Yoldan geçen bir tabut görünce bakar, sonra da sesli olarak ''Yuh'' dermiş. Onun böyle davranmasına kırılan komşusu: ''Sen buradan geçen cenazelere yuh diyor, onları incitiyorsun. Bir gün sen öldüğünde ben de senin başkalarına yaptığın gibi çıkıp dükkanımın önüne, sana yuh diyeceğim.'' Yuh Baba, aldırmamış bu söze. Hatta tebessüm bile etmiş. Gün gelmiş Yuh Baba da göçmüş baki aleme. Onu da omuzlara alıp kabristanlığın yolunu tutmuşlar. Tam dükkanının yanından geçerken komşusu, verdiği söz üzere haykırmış: ''Şimdiye kadar buradan gelip geçen ölülere hep sen yuh dedin. Şimdi ben de sana diyorum, Yuhh.'' İşte tam burada ''Yuh Baba'' tabutundan doğrulup son bir defa komşusuna bakmış ve ''Eğer ben de onlar gibi gidiyorsam, evet bana da yuhh.'' Sonra da çekilmiş tabutuna.

Dünyaya gelmek elimizde değil, fakat nasıl ayrılmak elimizde. Asil doğmamış olabiliriz fakat asil ölmeyi becerebiliriz. Arif Nihat Asya öyle diyordu: ''Onlar asil doğmuşlar çocuğum, biz de asil ölmek isteriz.'' Bir gün ardımızdan 'yuh' da çekilebilir, 'eyvah' da. Nasıl söylenmesini istiyorsanız, öyle yaşayın. Sonra kimseye kabahat de bulmamış olursunuz. Hani ne demişler: ''insan vardır odaya girdiği zaman oda aydınlanır, insan da vardır çıktığında.'' Varlığı ile yokluğu arasında fark olmayanlara belki ikisi de denilmeyebilir.

Karınca bile geçtiği yere iz bırakır. Peki ya insan? İnsan da eserleriyle iz bırakabilmelidir. Yoksa arkasından yuh çekenlerin sayısı her geçen gün daha da artabilir. İnsanların yaşadığı bir dünyada eleştiriler olacaktır. Yararlanmasını bilenler için, eleştiriler birer işaret taşıdır. Eleştiriden korkanlar hiçbir şeye karışmayacak, toplum önüne çıkmayacak ve varlıklarını hissettirmeyeceklerdir. Ancak unutulanlar eleştirilmezler. Bir düşünür: ''Eğer, bir insan öldüğü gün kabri başında bile kendinden bahsedilmiyorsa, yaşayıp yaşamadığı mechuldür'' der.

İnsan zaman zaman iç muhasebe yaparak kendini değerlendirmelidir. Sorgulamalıdır kendini. Rahmetli Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil ''Gençlerle Başbaşa'' adlı kitabında bu konuya değinir: '' Akşam yatağına yattığın zaman o gün ne yapıp yapmadığını göz önüne getirerek muhasebeni yap!'' der. Muhasebesini yapanlar ertesi güne daha zinde, daha duyarlı, daha akılcı bir şekilde başlayabilirler. Ziya paşa bir beytinde '' Aynası iştir kişinin lafa bakılmaz'' diyor. Aynası işi olanların yaptığı eleştirilere o kadar ihtiyacımız var ki. Keşke, öyle insanlar bizi eleştirse de yolumuzu daha iyi görüp, adımlarımızı daha emin atabilsek.

Toplumumuzda yuh çekilenlerin sayısı yaşarken de ölürken de azalsın istiyoruz. Fakat ''Yuh Baba''ların öldüğüne bakmayın siz. Yanlışınız varsa, onlar kabirlerinden bile kalkıp yuh çekmeyi ihmal etmezler.

ADEME SECDE ETTİNSE

ADEME SECDE ETTİNSE, UZAK DEĞİL YAKINDASIN

MÜRŞİDE BİAT ETTİNSE, ELESTÜNÜN FARKINDASIN

NUH NEBİYİ DÜŞÜNDÜNSE, TUFAN GÖRMÜŞ UMMANDASIN

EHL-İ BEYTE YÜZ SÜRDÜNSE, SULTAN İLE SULTANDASIN

NEFİS PUTUNU KIRDINSA, İBRAHİM’LE DİVANDASIN

BENLİK ARINDAN GEÇTİNSE, İSMAİL’LE KURBANDASIN

SABIR YOLUNU SEÇTİNSE, YUSUF İLE ZİNDANDASIN

EYÜP SIRRINI BİLDİNSE, HER DERTLİYE DERMANDASIN

KENDİ TUR’UNA ÇIKTINSA, MUSA İLE SİNA’DASIN

ALİ’YE TURAB OLDUNSA, FATİME’YLE MİNA’DASIN

DAVUT’A SAPAN OLDUNSA, FİLİSTİN’DE DEVRANDASIN

GERÇEĞE AGAH OLDUNSA, İSA İLE SEYRANDASIN

AHMEDİYETİ ÇÖZDÜNSE, AŞK DENİLEN FERMANDASIN

EBÜL ERVAH’I GÖRDÜNSE, MUHAMMED’LE KUR'ANDASIN

TEVHİD NURUNU BİLDİNSE, LA’DA DEĞİL İLLA’DASIN

SIRRIN O AŞKA HALİDSE, ALLAH İLE ALLAH’TASIN

10 Haziran 2007 Pazar

*Eylül işte; nâm-ı diğer, hüzün...

Eylül...
Fersude sonbaharların giriş kapısı...
İlk yaz rüzgârından alınmışbir hızla savrulan düşüncelerin,
hoyrat hayallerin ve avare zamanların yorgunluğu, kırgınlığı,
pejmürdeliği içinde yeniden derlenip toparlanması gereken hayatın rengi...
Ve yeniden başlamanın yorgun ritmini hatırlatan yağmurlar...
Bölük pörçük hatıralar, kırık dökük sevinçler...

Şiir kılığında gelen acı...

Eylül işte; nâm-ı diğer, hüzün...
Eylül...
Her şair için ayrı bir Leyla; kurşunî gelinlikler giyinip de gelen...
Dilemmaların çıldırtıcı sükunu bir yanda; ve bir yanda sislerin ve
buğuların ardından sökün edip yürümüş sancıların ilhamı...
Katar katar uzaklaşan kuşların kanatlarına yüklenen son arzular kadar umutsuz ve beklenesi...

Eylül işte; nâm-ı diğer, pişmanlık...
Bilmiyorum, siz bu yazıyı okurken yağmur yağıyor olacak mı?..
Belki yapraklar savruluyordur şimdi bulunduğunuz şehirde;
belki sular kararıyordur yavaş yavaş...
Altın kızılı bir gurubun soyunmuş dalında çifte kumruları seyrediyorsunuz belki de...
Bir sanatoryum bahçesinde gezinen uzun saçlı, zayıf ve genç iki kaderdaştır belki ikindiler ve yağmurlar...
Belki sizin kentin huzurludur akşamları, belki de alaca düşmüş gecenin bir yüzünde siyah tırnaklarını ruhunuza geçirmeye çalışan ifritler dolaşır...

Eylül işte; nâm-ı diğer melal...
Tenha yollar, aşınmış günler, hayata dar gelen arzular ve kanadı kırık kuşlar...
Tabiatın birden uyanıp gerçeği gören yüzü...
Kıymeti bilinmeyen lezzetin çamurlara bulaşmış sarı bir acılık tarafından istilasına karşı şaşkınlık...
Acıların beyhude, sevinçlerin zavallı, mutlulukların fanî olduğunu anlamanın dehşeti...

Eylül işte; nâm-ı diğer, ölümün rengi...
Eylül...
Yaşanmamış mevsimlerin en gerçeği...
Uçuk benizli koşuşturmacalar, yeniden kurulan defter kitap pazarı...
Eski okul çantasına kalem yerine ancak gözyaşını koyarak okula giden minik adımlar...
Yoksul mahallelerde gitgide çamurlanacak karanlık sokaklar...
Camlara mıhlanıp 70 yıllık muhteşem bir sükût ile yolları seyreden kırçıl hatıralar...
Ciğer paresini okula eksik kitapla gönderen annenin yüreğindeki çizik...
Para etse canını da verir ama...

Eylül işte; nâm-ı diğer, acının mührü*...

*İskender PALA*

Afedersin

 https://youtu.be/qF26mrXphQE?si=W1sqsQZUGVL07OsZ Bayramdı!..