Müzik

30 Haziran 2007 Cumartesi

işte gidiyorum...

İşte gidiyorum
Birşey demeden
Arkamı dönmeden
Şikayet etmeden

Hiçbirşey almadan
Birşey vermeden
Yol ayrılmış, görmeden gidiyorum

Ne küslük var
ne pişmanlık kalbimde
Yürüyorum sanki senin yanında

Sesin uzaklaşır herbir
Adımda
Ayak izim kalmadan gidiyorum

Gerdiğin tel kalbimde kırılmadı
Gönülkuşu şarkıdan yorulmadı
Bana kimse sen gibi sarılmadı
Işığımız sönmeden gidiyorum
.........................

26 Haziran 2007 Salı

Bu kadar güzel miydin sen Ankara?

Bu kadar güzel olduğunu bilsem hiç Enkara der miydim sana?
Hayatımın zor yıllarını geçirmek durumunda olduğum bu şehre alışamamak zor geliyordu ki şimdilerde Rabbim ferahlığı serdi gönlüme...
Ankara Ankara olalı böyle güzellik, böylesi ferahlık görmedi hiç...
TEŞEKKÜRLER RABBİM..... ŞÜKÜRLER SADECE SANA...
ve bize verdiğin Can Dostlarımızın selamına, duasına, nazarına binlerce şükürler...
****************************************
Hayat bu deyip geçemediğimiz demlerde yanımızda bulunan,
madden uzak olsa da manen hissettiğimiz,
ACISI ACIMIZ OLAN
CAN DOSTLARA SELAM OLSUN...
Allah'ım her daim sizinle ve siz her daim Allah'la olun...
O'nun rızası yoldaşınız olsun...
Selametle...
Duayla...

Merve Zeynep
nam-ı diğer Stranger

25 Haziran 2007 Pazartesi

KALK VE YORUL

Kalkmak müslümanın hayatında basit veya hafif bir iş değildir. Hem de bu iş Kur’an-ı Kerim’de ‘’Kum’’ emri ile buyurulunca durum daha da ciddileşir.
Büyük bir insan geldiğinde ayağa kalkılması, yolda bir cenaze götürülürken oturanın ayağa kalkması, bazı marşlar söylenirken ayağa kalkmak... bütün bunlar nezaketen, hürmeten yapılan şeylerdir. Çünkü burada kul kula muhatap olmaktadır.
Bütün bunların ötesinde ve üstünde bir kalkmak var ki, kalk emri Hz. Allah(cc)tan gelmektedir. Askerliğini yapanlar, kalk emrinin ne olduğunu iyi bilirler. Fakat burada değişik bir emir vardır. Bu emir yaratan Allah’tan verilmektedir.
Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de takriben kalkmakla ilgili 95‘in üzerinde ayet vardır. Bunlardan bazılarını kısaca sıralayacak olursak:
‘İnsanları hak yola davet etmek için ayağa kalkmak’.
‘Günde beş defa manevi miraç yolculuğu yapmak için ayağa kalkmak’.
‘İnsanların gece derin uykularında olduğu bir zamanda teheccüd için kalkmak’.
‘Mazlumun hakkını zalimden almak için ayağa kalkmak’.
‘Allah’ın ahkamını uygulamak ve adaleti temin etmek için ayağa kalkmak’.
‘Kalbinizi arşa çevirirken, sadrımızı Kabe’ye çevirmek için ayağa kalkmak’.
Ve bunun gibi daha yüzlerce emirlerin uygulanması için ayağa kalkmak.
Her kalkıştan sonra vazifeyi yapmak ve yorulmak. Yorulmadan kalkmanın da bir değeri yoktur. O kupkuru bir hareket olur. Kalkmanın altında yatan maksat, Rıza-i Bari’dir. Ve bir emrin yerine getirilmesinin zaferidir. Namaz kılan müslüman, namazını bitirip duasını ederken çok sevinçlidir. Çünkü bir emrin ifasını yapmış ve yorulmuştur. Bu yorgunluk, şahsi menfaatine dönük bir yorulma değildir. Ücretinin Hak tarafından ödeneceğini hesaba katarak, Mevla rızası için yorulmadır.
Müslümanlar! Allah’ın emirlerinin ifasını da namaz için, yardım için, itaat için kalkınız ve yorulunuz. Yorulup da uzun vadeli bir dinlenmeye yeltenmeyiniz. Sizlerin yorgunluğunu giderecek, başka emre koşmanızdır.
‘’O halde (emrolunduğun bir işi bitirip) boşaldın mı (yine başka bir iş ve ibadet için KALK ve YORUL.’’ İnşirah suresi 7

18 Haziran 2007 Pazartesi

* NAMAZ*

*Bu çalışma; müminlerin dosdoğru, sürekli ve huşu içinde namaz kılmalarına
vesile olma arzusundadır.
*
Nafileleri kaçırmayayım derken terkedilen farzlar, mahreçlere hakkını
vereyim derken perdelenen mana ve şekle önem vereyim derken kaybolan
derinlik....

*Namaz,* mü'mini dünyevi ve şeytani istek ve arzulardan koparıp manevi
huzura, sukuna kavuşturması gerekirken; bizler namazda dahi bu dünyadan
kopamamaktayız.

*Namaz, *insanı ve toplumu fahşa ve münerden alıkoyması gerekirken; namaz
kılanlar fahşa ve münkerle barışık yaşayabilmektedirler.

"Allahu ekber" ile namaza başlayan bir insanın, namazın sonunda bambaşka ve
yenilenmiş bir mümin haline gelmesi gerekirken; bizler namazlarımızdan hiç
etkilenmiyoruz.

*Namazla* her müminin, inkilap ateşini tutuşturup şeytani ve tağuti
otoritelere karşı nefretini tazelemesi, hanif duruşunu
pekiştirmesi gerekirken; camileri dolduran milyonlarca müslüman bu
otoritelere alkış tutabilmektedirler.
**

*"Rabbimiz! Bizi gereği gibi namazını ikame edenlerden eyle!"*
**

ARDIMDAN AĞLAMA

‘’ÖLDÜĞÜM GÜN, TABUTUMU OMUZLAR ÜZERİNDE GÖRDÜĞÜN ZAMAN, BENDE BU CİHANIN DERDİ VAR SANMA... BANA AĞLAMA, YAZIK YAZIK, VAH VAH DEME... ŞEYTANIN TUZAĞINA DÜŞERSEN VAH VAHIN SIRASI O ZAMANDIR. BENİ MEZARA KOYDUKLARI ZAMAN, ELVEDA ELVEDA DEME... MEZAR CENNET KAPISININ PERDESİDİR.
BATMAYI GÖRDÜN YA, DOĞMAYI DA SEYRET. GÜNEŞLE AY’A BATMAKTAN NE ZİYAN GELİR. SANA BATMAZ GÖRÜNÜR AMA O ASLINDA DOĞMAYA HAZIRLIKTIR, YENİDEN DOĞMAKTIR. MEZAR İSE HAPİSHANE GİBİ GÖRÜNÜR AMA ASLINDA CANIN HAPİSTEN KURTULUŞUDUR...
YERE HANGİ TOHUM ATILDI DA BİTMEDİ... NEDEN İNSAN TOHUMUNA GELİNCE BİTMEYECEK ZANNINA DÜŞÜYORSUN? HANGİ KOVA KUYUYA SALINDI DA DOLU OLARAK ÇIKMADI... BU TARAFTA AĞZINI YUMDUN MU, O TARAFTA AÇ... ÇÜNKÜ ARTIK HAYHUYDAN UZAK, MEKANSIZLIK ALEMİNDESİN...’’’ Hz. Mevlânâ

MAHZUN KİTAP

EY HAYAT KİTABIMIZ, 
KURAN-I AZİMÜŞŞAN! 
YÜKSEK! RAFLARDA MISIN; 
BU MU SANA YAKIŞAN?!  
ASLİ VAZİFEN MİDİR, 
NAMAZLARDA OKUNMAK...? 
SANA ZULÜM DEĞİL Mİ, 
SÜSLÜ RAFLARA KONMAK?! 
BAZEN OKURLAR SENİ, 
BAZEN ÖPÜP – KOKLARLAR, 
BAZEN DE ÇEYİZLERLE, 
SANDIKLARDA SAKLARLAR!.. 
YA MEZAR BAŞLARINDA, 
ÖLÜYE OKUNURSUN, 
YA DA ‘’SATILSIN’’ DİYE VİTRİNLERE KONURSUN!.. 
YA CEVİZ KAPLAMALI DOLAPTA SAKLANIRSIN, 
YA DA "SUÇ UNSURUDUR" DİYE YASAKLANIRSIN... 
HÜRMET ZANNETTİKLERİ, 
ALTUN HARFLE YAZMAKTIR... 
BİLİRİM; ‘’ALTUN KILIF...’’ 
SANA MEZAR KAZMAKTIR. 
‘’ALTUN HARFLER’’ YERİNE 
KANIMLA YAZILSAYDIN TAŞ GİBİ YÜREKLERE 
ÇELİKLE KAZILSAYDIN!.. 
HAYAT DAMARLARINDA 
‘’KAN’’ GİBİ SÜRÜNSEYDİN; 
 ŞU MAHZUN DURUŞUNLA 
BANA GÖRÜNMESEYDİN!.. 
EN ÇOK ARZULADIĞIM SENİ 
‘’KAN’’ GİBİ GÖRMEK EN ÇOK NEFRET ETTİĞİM, 
SANA BİR KILIF ÖRMEK... 
 KANI ÇEKİLEN BEDEN NASIL, 
KANSIZ ÖLÜDÜR; İSMİ ‘’HAYAT’’TIR AMMA, 
HAYAT SENSİZ ÖLÜDÜR...

14 Haziran 2007 Perşembe

GÖNÜLDEN KULAKLARA...

Kudretiyle can yaratan, hikmetiyle dilde söz yaratan Allah’ın adıyla başlıyorum. O, öyle bir büyüktür ki; O’nun kapısından baş çeviren insan hangi kapıya gitse izzet bulamaz.
Büyük padişahlar O’nun dergahında başlarını yere koyarak O’na niyaz ederler, yalvarırlar.
Buyruğuna karşı gelenleri hemen cezalandırmaz; özür dileyenleri kovmaz. Kullarının günahlarını görür, hilm ile örter. Fena bir işinden dolayı kuluna gazab edecek olsa, kul tevbe edince O, günahın üzerine kalem çeker.
Yeryüzü O’nun umumi sofrasıdır. Canlılar destursuz gelir, yer, içer, istediği kadar alır, götürürler. Hem bu sofrada dost ile düşman birdir.
Perde arkasında işlenen gizli günahları görür, fakat perdenin üzerine bir perde daha örter. Eğer celal sıfatları ile tecelli edecek olsa, meleklerin dahi dehşetten kulakları işitmez, dilleri tutulur.
Eğer cemal sıfatı ile (buyurun lutfuma) diyecek olsa, şeytan bile bu lutuftan benim de payım var, demeye başlar.
Bir damla suya peri gibi suret verir. Su üzerine kim resim yapabilmiştir? Buluttan bir damla suyu denize; bir damla erlik suyunu da rahme damlatır. O sudan parlak bir inci, bu sudan selvi boylu bir insan yaratır.
Kime ki O’nun meclisinde dolu sunarlar,ona o kadeh içinde bir huşluk ilacını verirler.
Karun’un hazinesine kimse girememiştir. Şayet girmişse orada kalmış, bir daha çıkamamıştır. Akıllı olan bu kan denizinden ürker. Zira kimse orada gemisini kurtaramamıştır. Eğer sen bu yolda yürümek istiyorsan, seni geri getirecek atı, sihirleyip onu dönemeyecek hale getirmelisin. Gökler aynasına sık sık bakmalı, tedricen saffet kesbetmelisin.
Bu sayede belki aşk-ı ilahinin kokusunu seni mest eden elestü bezmindeki zamanını ararsın, isteyerek yürür, yol alır, o makama erişir, oradan da muhabbet kanadı ile uçarsın. O makamdan senin için yakin hasıl olur. Bu sayede hayal perdeleri yırtılır. Cenab-ı Hak ile senin aranda ancak celal perdesi kalır. Artık, akıl beygiri daha ileri gidemez, hayret ona dizgininden tutup ‘’DUR’’ der.
Bu tevhid denizinde ancak çalışan insan arzusuna vasıl olmuştur. İrşad edenin arkasından gitmeyen yolunu kaybeder. Bu yoldan, yani Hz. Peygamber (sa.v.)in yolundan sapanlar çok gitmişlerse de başları dönmüş perişan olmuşlardır. (Şeyh Sadi’den)

13 Haziran 2007 Çarşamba

BUGÜN TARİHTE NELER OLMUŞ?

Olaylar
1381 - Wat Tyler öncülüğündeki köylü isyancılar Londra'yı basarak hükümet binalarını ateşe verdi, hapishaneleri boşalttı ve zenginlerle yargıçların kafalarını uçurdu.
1550 - Mimar Sinan'ın eseri Süleymaniye Camii'nin temeli atıldı.
1859 - Erzurum'daki şiddetli depremde, kentin yarısından fazlası hasar gördü ve 3 bin kişi öldü.
1872 - Namık Kemal, İbret Gazetesi'ni yayımladı. Bu fikir gazetesi, 27 gün sonra kapatıldı.
1878 - Berlin Kongresi toplandı.
1891 - İstanbul Arkeoloji Müzesi ziyarete açıldı.
1921 - Mustafa Kemal, Ankara'ya gelen Fransa Temsilcisi Franklin Bouillion ile görüştü.
1928 - Türkiye Cumhuriyeti ile Düyunu Umumiye (Osmanlı borçları) alacaklıları arasında sözleşme imzalandı.
1946 - Üniversitelere özerklik veren 4936 sayılı kanun kabul edildi.
1952 - Fikir İşçileri Kanunu kabul edildi.
1961 - Federal Almanya'ya işçi gönderilmesinin esaslarını düzenleyen protokol imzalandı. İlk işçi kafilesi, 24 Haziran'da trenle yola çıktı.
1963 - 1459 Harp Okulu öğrencisinin yargılanmasına başlandı.
1969 - Irak hava kuvvetlerine ait iki jet uçağı yanlışlıkla Hakkari'yi bombaladı.
1971 - Kültür Bakanlığı kuruldu. Bakanlığa Talat Halman atandı.
1972 - Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi Banu Ergüder, içinde ceset bulunan bavulla yakalandı. Ergüder'in tecavüze karşı öldürdüğü ifadesine karşın, cinayeti örgütsel anlaşmazlık nedeniyle aynı üniversite öğrencilerinden Zeynel Altındağ'ın işlediği ortaya çıktı. Sıkıyönetimce aranan Adil Ovalıoğlu'nun öldürülmesine adı karışan Garbis Altınoğlu da yakalandı.
1991 - Türkiye ile KKTC arasında pasaport uygulaması kaldırıldı.
1993 - Süleyman Demirel'in cumhurbaşkanı seçilmesiyle boşalan DYP genel başkanlığına Tansu Çiller seçildi.
1993 - Kim Campell, Kanada'nın ilk kadın başbakanı seçildi.
1996 - Küba Devlet Başkanı Fidel Castro, Habitat II. Kent Zirvesi'ne katılmak üzere İstanbul'a geldi.
2000 - Papa II. Jean Paul'e suikast girişiminden İtalya'da cezaevinde yatan Mehmet Ali Ağca, Türkiye'ye iade edildi.
2002 - Afganistan'da geleneksel Meclis Loya Jirga toplanarak, geçici hükümet başkanı olarak Hamid Karzai'yi seçti.

Doğumlar
1928 - Nobel Ekonomi ödülü sahibi Amerikalı matematikçi John Forbes Nash.
1955 - Alan Hansen, İskoç futbolcu
1978 - Richard Kingston, Ganalı futbolcu

Ölümler
M.Ö. 323 - Büyük İskender
1965 - Besteci, müzikbilimci Refik Fersan
1974 - Ressam, dekoratör Turgut Zaim
1987 - Yazar ve çevirmen Cemil Meriç

12 Haziran 2007 Salı

Garibin Garip Türküsü

Sılada sılasız kaldım;
Suyum garip, aşım garip.
Ben kendime gurbet oldum;
İçim garip, dışım garip.

Bayram diye insem düze,
Düşman olur astar yüze.
Kattım geceyi gündüze;
Uykum garip, düşüm garip.

Temmuzda üşür gezerim,
Zemheride akar terim;
Dört mevsimde derbederim..
Yazım garip, kışım garip.

Felek bir gün rahat koymaz;
Çağırsam kaderim duymaz.
Ayağım aklıma uymaz..
Gövdem garip, başım garip.

Parasız kesem suç olur.
Acıkıp yesem suç olur.
Sözüm var, desem suç olur.
Dilim garip, dişim garip.

Ben bu devre nerden geldim..
Kırk parçayı bire böldüm.
Bugün doğdum, dünden öldüm..
Vaktim garip, yaşım garip.

Koştum hakikat ardına,
Yandım ayrılık derdine,
Git, bak, ölüler yurduna;
Kabrim garip, taşım garip.

Vur Emri(sh.132)

Hicran kucağında tuttuğum sırdaş

Hicran kucağında tuttuğum sırdaş
Çağlamış bulanmış durulmuş olsun
Sazına sözüne güven de yanaş
Kulağı ezelden burulmuş olsun

Taban tepmiş olan gam kervanında
Dostunu konuk et tatlı canında
Dostunu mihman et tatlı canında
Koçlar gibi duran pir meydanında
Aslanlar yurdunda kurulmuş olsun

Duysun aşkın elindeki revabı
Okunsun alnında çile kitabı
Neyzen gibi günahının hesabı
Mezara girmeden sorulmuş olsun

Sorulmuş olsun sorulmuş olsun
Ölmeden hesabı sorulmuş olsun
Ölmeden hesabı görülmüş olsun

YUH BABA

Üsküdar kabristanında meftun bir ''Yuh Baba'' varmış. Kabristanlığa giden yol dükkanının önünden geçermiş. Yoldan geçen bir tabut görünce bakar, sonra da sesli olarak ''Yuh'' dermiş. Onun böyle davranmasına kırılan komşusu: ''Sen buradan geçen cenazelere yuh diyor, onları incitiyorsun. Bir gün sen öldüğünde ben de senin başkalarına yaptığın gibi çıkıp dükkanımın önüne, sana yuh diyeceğim.'' Yuh Baba, aldırmamış bu söze. Hatta tebessüm bile etmiş. Gün gelmiş Yuh Baba da göçmüş baki aleme. Onu da omuzlara alıp kabristanlığın yolunu tutmuşlar. Tam dükkanının yanından geçerken komşusu, verdiği söz üzere haykırmış: ''Şimdiye kadar buradan gelip geçen ölülere hep sen yuh dedin. Şimdi ben de sana diyorum, Yuhh.'' İşte tam burada ''Yuh Baba'' tabutundan doğrulup son bir defa komşusuna bakmış ve ''Eğer ben de onlar gibi gidiyorsam, evet bana da yuhh.'' Sonra da çekilmiş tabutuna.

Dünyaya gelmek elimizde değil, fakat nasıl ayrılmak elimizde. Asil doğmamış olabiliriz fakat asil ölmeyi becerebiliriz. Arif Nihat Asya öyle diyordu: ''Onlar asil doğmuşlar çocuğum, biz de asil ölmek isteriz.'' Bir gün ardımızdan 'yuh' da çekilebilir, 'eyvah' da. Nasıl söylenmesini istiyorsanız, öyle yaşayın. Sonra kimseye kabahat de bulmamış olursunuz. Hani ne demişler: ''insan vardır odaya girdiği zaman oda aydınlanır, insan da vardır çıktığında.'' Varlığı ile yokluğu arasında fark olmayanlara belki ikisi de denilmeyebilir.

Karınca bile geçtiği yere iz bırakır. Peki ya insan? İnsan da eserleriyle iz bırakabilmelidir. Yoksa arkasından yuh çekenlerin sayısı her geçen gün daha da artabilir. İnsanların yaşadığı bir dünyada eleştiriler olacaktır. Yararlanmasını bilenler için, eleştiriler birer işaret taşıdır. Eleştiriden korkanlar hiçbir şeye karışmayacak, toplum önüne çıkmayacak ve varlıklarını hissettirmeyeceklerdir. Ancak unutulanlar eleştirilmezler. Bir düşünür: ''Eğer, bir insan öldüğü gün kabri başında bile kendinden bahsedilmiyorsa, yaşayıp yaşamadığı mechuldür'' der.

İnsan zaman zaman iç muhasebe yaparak kendini değerlendirmelidir. Sorgulamalıdır kendini. Rahmetli Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil ''Gençlerle Başbaşa'' adlı kitabında bu konuya değinir: '' Akşam yatağına yattığın zaman o gün ne yapıp yapmadığını göz önüne getirerek muhasebeni yap!'' der. Muhasebesini yapanlar ertesi güne daha zinde, daha duyarlı, daha akılcı bir şekilde başlayabilirler. Ziya paşa bir beytinde '' Aynası iştir kişinin lafa bakılmaz'' diyor. Aynası işi olanların yaptığı eleştirilere o kadar ihtiyacımız var ki. Keşke, öyle insanlar bizi eleştirse de yolumuzu daha iyi görüp, adımlarımızı daha emin atabilsek.

Toplumumuzda yuh çekilenlerin sayısı yaşarken de ölürken de azalsın istiyoruz. Fakat ''Yuh Baba''ların öldüğüne bakmayın siz. Yanlışınız varsa, onlar kabirlerinden bile kalkıp yuh çekmeyi ihmal etmezler.

ADEME SECDE ETTİNSE

ADEME SECDE ETTİNSE, UZAK DEĞİL YAKINDASIN

MÜRŞİDE BİAT ETTİNSE, ELESTÜNÜN FARKINDASIN

NUH NEBİYİ DÜŞÜNDÜNSE, TUFAN GÖRMÜŞ UMMANDASIN

EHL-İ BEYTE YÜZ SÜRDÜNSE, SULTAN İLE SULTANDASIN

NEFİS PUTUNU KIRDINSA, İBRAHİM’LE DİVANDASIN

BENLİK ARINDAN GEÇTİNSE, İSMAİL’LE KURBANDASIN

SABIR YOLUNU SEÇTİNSE, YUSUF İLE ZİNDANDASIN

EYÜP SIRRINI BİLDİNSE, HER DERTLİYE DERMANDASIN

KENDİ TUR’UNA ÇIKTINSA, MUSA İLE SİNA’DASIN

ALİ’YE TURAB OLDUNSA, FATİME’YLE MİNA’DASIN

DAVUT’A SAPAN OLDUNSA, FİLİSTİN’DE DEVRANDASIN

GERÇEĞE AGAH OLDUNSA, İSA İLE SEYRANDASIN

AHMEDİYETİ ÇÖZDÜNSE, AŞK DENİLEN FERMANDASIN

EBÜL ERVAH’I GÖRDÜNSE, MUHAMMED’LE KUR'ANDASIN

TEVHİD NURUNU BİLDİNSE, LA’DA DEĞİL İLLA’DASIN

SIRRIN O AŞKA HALİDSE, ALLAH İLE ALLAH’TASIN

10 Haziran 2007 Pazar

*Eylül işte; nâm-ı diğer, hüzün...

Eylül...
Fersude sonbaharların giriş kapısı...
İlk yaz rüzgârından alınmışbir hızla savrulan düşüncelerin,
hoyrat hayallerin ve avare zamanların yorgunluğu, kırgınlığı,
pejmürdeliği içinde yeniden derlenip toparlanması gereken hayatın rengi...
Ve yeniden başlamanın yorgun ritmini hatırlatan yağmurlar...
Bölük pörçük hatıralar, kırık dökük sevinçler...

Şiir kılığında gelen acı...

Eylül işte; nâm-ı diğer, hüzün...
Eylül...
Her şair için ayrı bir Leyla; kurşunî gelinlikler giyinip de gelen...
Dilemmaların çıldırtıcı sükunu bir yanda; ve bir yanda sislerin ve
buğuların ardından sökün edip yürümüş sancıların ilhamı...
Katar katar uzaklaşan kuşların kanatlarına yüklenen son arzular kadar umutsuz ve beklenesi...

Eylül işte; nâm-ı diğer, pişmanlık...
Bilmiyorum, siz bu yazıyı okurken yağmur yağıyor olacak mı?..
Belki yapraklar savruluyordur şimdi bulunduğunuz şehirde;
belki sular kararıyordur yavaş yavaş...
Altın kızılı bir gurubun soyunmuş dalında çifte kumruları seyrediyorsunuz belki de...
Bir sanatoryum bahçesinde gezinen uzun saçlı, zayıf ve genç iki kaderdaştır belki ikindiler ve yağmurlar...
Belki sizin kentin huzurludur akşamları, belki de alaca düşmüş gecenin bir yüzünde siyah tırnaklarını ruhunuza geçirmeye çalışan ifritler dolaşır...

Eylül işte; nâm-ı diğer melal...
Tenha yollar, aşınmış günler, hayata dar gelen arzular ve kanadı kırık kuşlar...
Tabiatın birden uyanıp gerçeği gören yüzü...
Kıymeti bilinmeyen lezzetin çamurlara bulaşmış sarı bir acılık tarafından istilasına karşı şaşkınlık...
Acıların beyhude, sevinçlerin zavallı, mutlulukların fanî olduğunu anlamanın dehşeti...

Eylül işte; nâm-ı diğer, ölümün rengi...
Eylül...
Yaşanmamış mevsimlerin en gerçeği...
Uçuk benizli koşuşturmacalar, yeniden kurulan defter kitap pazarı...
Eski okul çantasına kalem yerine ancak gözyaşını koyarak okula giden minik adımlar...
Yoksul mahallelerde gitgide çamurlanacak karanlık sokaklar...
Camlara mıhlanıp 70 yıllık muhteşem bir sükût ile yolları seyreden kırçıl hatıralar...
Ciğer paresini okula eksik kitapla gönderen annenin yüreğindeki çizik...
Para etse canını da verir ama...

Eylül işte; nâm-ı diğer, acının mührü*...

*İskender PALA*

7 Haziran 2007 Perşembe

Bir Aşk Bulsam

Bir aşk bulsam, yağmurunda ıslansam
Bir dost bulsam, irfanında beslensem
Bir dağ bulsam, sinesine yaslansam
Yalınızlığım bitermola, bilmem ki?

Abdurrahim Karakoç

5 Haziran 2007 Salı

HAFTANIN DUASI

*ALLAHIM, *
*Lütfet ki gittiğimiz her yere barış götürelim; *
*Bölücü değil, bağdaştırıcı olabilelim, *
*Nefret olan yere sevgi, *
*Yaralanma olan yere affedicilik, *
*Kuşku olan yere inanç, *
*Ümitsizlik olan yere ümit, *
*Karanlık olan yere aydınlık *
*Ve üzüntü olan yere sevinç saçıcı olmayı bize lütfet.*

*ALLAHIM,*
*Kusurları görenlerden değil, örtenlerden; *
*Teselli arayanlardan değil teselli edenlerden; *
*Anlayış bekleyenlerden değil, anlayış gösterenlerden, *
*Yalnız sevilmeyi isteyenlerden değil *
*Sevenlerden olmamıza yardım et *
*Yağmur gibi hiçbir şeyi ayırt etmeyip *
*Aktığı her yere canlılık bahşedenlerden; *
*Güneş gibi hiçbir şeyi ayırt etmeyip *
*Işığıyla tüm varlıkları aydınlatanlardan; *
*Toprak gibi her şey üstüne bastığı halde *
*Hiçbir şeyini esirgemeyip, *
*Nimetlerini herkese verenlerden *
*Ve gece gibi ayıp ve kusurları sarıp örten, *
*Alemin dinlenmesine imkan hazırlayan olmayı bize lütfet, *
*Alan değil, veren ellerin; *
*Affedici olduğu için affedilenlerin *
*Hak ile doğan, *
*Hak için yaşayan ve Hak için ölenlerin *
*Ve sonsuz yaşamda yeniden doğanların *
*Safına katılmayı bize nasip eyle *

Lütfen dualarımızda ezilen, sömürülen, işgal altındaki bütün Müslümanlarıunutmayalım!...

SINAVLARIMIZ BİTTİ

İLİTAM FİNALLERİNİ BİTİRDİ...

YÜZ AKI SONUÇLAR VERMEMİZİ DİLİYORUM!

ELİMİZDEN GELENİ YAPTIK.. RABBİM MAHCUP ETMESİN İNŞALLAH..

BÜTÜN İLİTAMLI ARKADAŞLARIMA GEÇMİŞLER OLSUN DİYORUM...

DUALARLA VE BAŞARI DİLEKLERİ DAİM OLSUN...

3 Haziran 2007 Pazar

Satellites witness truth of Muhammad (pbuh)



Satellites witness truth of Muhammad (pbuh)
Description After 14 centuries from the event of the Messenger (pbuh) mosque building order in Sana`a, Yemen, Satellites confirm his prophet hood. You can go to Google Earth and Verify for yourself. To download accompanying word file in Arabic with pictures: http://www.badongo.com/file/3189502

Turkish Translation: ---

Afedersin

 https://youtu.be/qF26mrXphQE?si=W1sqsQZUGVL07OsZ Bayramdı!..