Bismillâhirrahmânirrahîm
1. Biz onu (Kur'ân'i) Kadir gecesinde indirdik.
2. Kadir gecesinin ne olduğunu sana haber veren oldu mu?
3. Kadir gecesi, bin aydan daha hayırlıdır.
4. O gecede, her iş için Rablerinin izniyle melekler ve Ruh yere iner durur.
5. O gece, selâmettir, esenliktir. Fecrin doğuşuna kadar.
Âyetlerin Tefsiri
1. Biz bu mucize Kur'ân'ı, kadri ve şerefi yüce bir gecede indirdik. Tefsirciler der ki: Şerefi, yüceliği ve kadrinden dolayı bu geceye "Kadir gecesi" denilmiştir. Kur'ân'ın indirilmesinden maksat, Levh-i Mahfûz'dan dünya semasına indirilmesidir. Daha sonra Cebrail (a.s.) onu yirmiüç senede yeryüzüne indirmiştir. Nitekim İbn Abbâs şöyle der: Yüce Allah Kur'ân'ı toptan Levh-i Mahfûz'dan, dünya semasındaki "Beytu'1-izze" ye indirdi. Sonra olayların vukuuna göre yirmiüç senede Rasulullah (s.a.v)'a parça parça indi.[2]
2. Ey Peygamber! Kadir ve şeref gecesini sana ne bildirdi? Bu, Kadir gecesinin şanının yücelik ve büyüklüğünü ifade eder: Hâzin şöyle der: Bu, o gecenin büyüklüğünü gösterme ve onun haberini dinlemeye teşvik yollu bir ifadedir. Sanki Yüce Allah şöyle buyurur: Onun kıymetini ve üstünlük derecesini sana bildiren, bilgine ulaştıran nedir?[3]
Bundan sonra Yüce Allah, Kadir gecesinin üç yönden üstünlüğünü anlattı: [4]
3. Kadir gecesi şeref ve üstünlük bakımından bin aydan daha üstündür. Çünkü içinde Kur'ân-ı Kerîm'in indirilme şerefi sadece ona verilmiştir. Tefsirciler şöyle der: Kadir gecesinde yapılan iyi iş, içinde Kadir gecesi bulunmayan bin ay içinde yapılan işten daha hayırlıdır. Rivayete göre bir adam silah kuşanıp bin ay Allah yolunda cihâd etmişti. Rasululah (s.a.v) ve müslümanlar buna hayret ettiler. Rasulullah (s.a.v) bunu ümmeti için de temennî ederek şöyle dedi: Ey Rabbim! Ümmetimi, ümmetlerin en kısa ömürlüsü, amel bakımından da ümmetlerin en azı kıldın. Bunun üzerine Yüce Allah ona Kadir gecesini verdi ve şöyle buyurdu: Kadir gecesi, sen ve ümmetin için, o adamın cihâd ettiği bin aydan daha hayırlıdır.[5] Mücâhid şöyle der: O gün ve gecede yapılan amel, tutulan oruç bin aydan daha hayırlıdır.[6] İşte bu Kadir gecesinin üstünlüğünün anlatıldığı birinci yöndür. [7]
4. Yüce Allah'ın, o seneden bir sonraki seneye kadar takdir ve hükmettiği her türlü iş için, melekler ve Cebrail (a.s) Rablerinin emriyle o gece yeryüzüne iner. İşte bu da, Kadir gecesinin üstünlüğünün anlatıldığı ikinci yöndür. Üçüncü yön ise şudur: [8]
5. Kadir gecesi, gününün başlangıcından tan yeri ağarıncaya kadar bir selâmettir. O gece melekler mü'minleri selâmlar.
Yüce Allah, o gece insanoğlu için hayır ve selâmetten başka bir şey takdir etmez. [9]
___________________________________________
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/373.
[2] Bkz, Muhtasar-ı tbn Kesîr, 3/659; Kurîubî, 19/130
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/374.
[3] Hâzin, 4/275
[4] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/374.
[5] Bu, İbn Abbâs ve Mücâhid'den rivayet edilmiştir.
[6] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/659
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/375.
[8] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/375.
[9] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/375.
14 Eylül 2009 Pazartesi
8 Eylül 2009 Salı
ŞiiRiM...
7 Eylül 2009 Pazartesi
Bir GüL__
6 Eylül 2009 Pazar
YaraLı
Bir zamanlar....
Aşkı bilmeden aşık olmuş biri vardı!
Daha görmeden rayihasıyla sarhoş olduğu
tek şeydi aşk
Değerini bilmeyene, kendini bilmeyene verilemeyecek kadar
büyük
Nicedir gözler dolu
Kaç zamandır kokusunu aradığı
fakat burnunun tam ucunda olduğunu bilmediği(!)
Yaralı gönül aşkı
anlar mı? Sevdim diyen sevdiğini yaralar mı?
Düşünmeden, koşmadan sevgisi uğruna
delicesine
nefes nefese
duyar mı sükuneti?
Yaralı
sessiz ve
bir o kadar vurgun
Nereye kadar gider bu halle?
Fazla uzağa gitmiş olamaz! Yakalamalı
onu
tekrar
Tekrar! Hadi! Koşmalı!
Durmamalı!
Aman Allahım!
Bu bu
bu da ne! Bu bileklerine kelepçelenmiş
pranga da nerden çıktı
nasıl oldu
demeye kalmadan
bitmiş mi herşey!
Bitivermişti!
Yazık olmuştu
hem de çok... :'(
Aşkı bilmeden aşık olmuş biri vardı!
Daha görmeden rayihasıyla sarhoş olduğu
tek şeydi aşk
Değerini bilmeyene, kendini bilmeyene verilemeyecek kadar
büyük
Nicedir gözler dolu
Kaç zamandır kokusunu aradığı
fakat burnunun tam ucunda olduğunu bilmediği(!)
Yaralı gönül aşkı
anlar mı? Sevdim diyen sevdiğini yaralar mı?
Düşünmeden, koşmadan sevgisi uğruna
delicesine
nefes nefese
duyar mı sükuneti?
Yaralı
sessiz ve
bir o kadar vurgun
Nereye kadar gider bu halle?
Fazla uzağa gitmiş olamaz! Yakalamalı
onu
tekrar
Tekrar! Hadi! Koşmalı!
Durmamalı!
Aman Allahım!
Bu bu
bu da ne! Bu bileklerine kelepçelenmiş
pranga da nerden çıktı
nasıl oldu
demeye kalmadan
bitmiş mi herşey!
Bitivermişti!
Yazık olmuştu
hem de çok... :'(
5 Eylül 2009 Cumartesi
AŞK HER DEM TAZEDİR
Ö.Tuğrul İNANÇER
Tû megû bedân şehbâr nîst
Bâ kerîmân kârhâ-yı düşvâr nîst
Azîz dostlar, eskiden Mesnevi derslerine bu beyit okunarak başlanması âdeti varmış. Beyit, Mesnevi-i Şerifin 219. beytidir. Çok müjdeleyici ve çok ümit verici mânâlar taşıyan bu beyitte şöyle deniyor: O şahın huzuruna çıkmak için bize izin verilmemiştir deme. Çünkü kerîm olanlarla, ikram sahibi olanlarla iş yapıp kâr elde etmek zor değildir.
"Hakk'a ulaşmaya çalışmak boşuna gayrettir. Nasıl olsa ulaşamazsın. İyisi mi yat, tembelliğine bak!" diye insanı devamlı kandırmaya çalışan şeytanın bu aldatmalarına karşı Hazret-i Mevlânâ diyor ki: "İkram sahipleri ile iş yapıp kâr elde etmenin kolaylığını biliyorsun, Allah ise Ekramü'l ekremîn'dir. İkram edicilerin en ikram edicisidir. İkram sahiplerinin en yücesidir. O buyurmadı mı: 'Bana bir adım atana Ben on adım atarım. Bana yürüyerek gelene Ben koşarak gelirim.' Öyleyse huzura çıkmaya izin yoktur ümitsizliğine düşme ve aşkı seç, ki bütün peygamberler de öyle yapmıştır."
Aşk-ı ân bükzin ki cümle enbiya
Yaftent ez aşıkı o kâr u keya
Aşk yolunu seç. Bütün peygamberler ve o peygamberlere uyanlar gibi ki ancak ve ancak onun aşkı ile sadece kazanç sahibi, Allah katında makbul olma yüceliği elde edilir.
Aşk zinde der revân u der basar
Her demi bâşed zi gonce tâzeter
Aşk her an ruhta da gözde de tazeliğini korur, hiç eskimez. Aşkın tazeliği gül bahçesindeki goncaların tazeliği gibidir. Beyitte deniyor ya: "der ravan u der basar" "Aşk ruhta da gözde de her an tazeliğini korur." Bundan şu mânâ anlaşılmalı: Göz, ruhun penceresi gibidir. Ruh, göz penceresinden bakar ve bütün yaratılmışlarda yaratıcının güzelliğini ve kudretini seyreder. Sonra döner 'Severim her güzeli senden eserdir.' sözleriyle eserde müessiri, nakışta nakkaşı bulur, görür. Allah her an yeni bir yaratmada ve yeni bir hâlde tecelli etmededir. Sûre-i Rahman'daki "Külle yevmin hüve fı'ş-ş'en" âyeti bu gerçeği bildirmede. İşte bu her an yenilik, Hazret-i Mevlânâ'nın sözünü ettiği her an tazelik demektir. Aşkın gözde tazeliği yaratılmışlar hakkında, ruhta tazeliği ise Yaratıcı hakkındadır. Göz fânidir. Ruh bakîdir. Fânilerin aşkı da fânidir, bakîlerin aşkı da bakîdir.
Zanki aşk-ı mürdegân payende nist
Zanki bürde suyima ayende nist.
Ölülerin ve öleceklerin, yani fâni olanların aşkı kalıcı olmaz, çünkü ölü bizim yanımızda olmaz. Farsça'daki 'zinde' kelimesi her ne kadar 'diri' mânâsına gelir ise de bu dirilik lâlettayin, ölünün karşıtı olan dirilik değildir. Hayatiyeti muhafaza etmek mânâsını taşır. Onun için aşkta böyle bir hayatiyet vardır. "Aşkı olmayanlar bizim yanımıza gelemezler." diyor Hazret-i Mevlânâ. Çünkü kalıcılık, beka ancak aşktadır. Neden? "Aşk ehli ölmez/ Yerde çürümez/ Yanmayan bilmez ateş-i aşka." "Biz âşığız, biz ölmeyiz. Çürüyüp toprak olmayız. Karanlıklarda kalmayız. Bize leyi ü nehâr olmaz." "Yunus öldü deyu sâlâ verirler, ölen hayvan imiş âşıklar ölmez."
Seyvid Nesimi, Seyyid Nizâmoğlu ve Koca Yunus'un sözleri bunlar.
Bu büyüklerimizi bu yol göstericilerimiz, bu yol aydınlatıcılarımız hep aynı şeyleri söylüyorlar, bizi uyarmak ve uyandırmak için. Bunlar sizin bilmediğiniz şeyler değil. Beraberliğimize vesile olsun, gerçekliğin tekrarından doğan güzellikleri ve hazları paylaşalım, özellikle de Hazret-i Mevlânâ'nın sözleri ile dillerimizi ve gönüllerimizi süsleyelim diye bunları tekrar ettik.
Mesnevi derslerine, sohbetlerine o beyitle başlandığını arz etmiştik. Her başlangıcın bir sonu vardır. Başlangıçtaki geleneğe uyarak o beyti okuduk ve eski bir geleneği yerine getirdik. Bu eski geleneğin bir başka veçhesi daha var, bir âdet daha var: Mesnevi sohbetleri biterken şu dörtlük okunur:
İnçunîn fermâyed Mevlânâ-yi mâ
Kâşif-i esrâr-hâ-yi Kibriya
İn ne necmest u ne remlest u ne hâb
Vahy-i Hakk vallahu a'lem bi's-savâb
İşte böyle buyurdu bizim Efendimiz Mevlânâ, ki o, Yüceler Yücesi'nin sırlarını bilen ve açıklayandır. O sırların keşfedicisidir. Onun bu sözlerini; astroloji veya fal sözleri yahut uyku hâlinde söylenmiş sözler sanmayınız, öyle değildir. Olsa olsa Hakk'in bir vahyidir, Allah her şeyi en iyi ve en doğru bilendir.
İşte, Mesnevî sohbetleri böyle bitirilirdi. Buradaki "Vahy-i Hakk" sözü bazı yanlış anlamalara sebebiyet vermiştir. Vahiy kelimesinin sözlük anlamı 'Allah'tan gelen haber' demek. Özel anlamı ise Allah'ın Cebrail Aleyhisselâm vasıtası ile peygamberlerine gönderdiği, kullarına tebliğ edilmek üzere olan özel haberlerdir. Ve bu anlamı ile, yani özel anlamı ile vahiy bitmiştir, çünkü Hâteme'n-Nebiyyîn Muhammed Mustafa (s.a.v.) peygamberlerin sonuncusudur. Kur'ân'ın ifadesi ile "Hateme'n-Nebiyyin" nebilerin sonuncusu ve en yücesi ve nebîlik müessesesinin mührü, Ondan sonra peygamber gelmez. Burada bir incelik daha var. Bildiğiniz gibi peygamberlik görevi ile, o yüce görev ile görevlendirilen yüce kişilerin görevi iki türlü izah edilir. İtikat, inanış bakımından hiçbir ayrılık olmamasına rağmen bazılarına 'Nebî' bazılarına 'Resul' denir. Resul, itikatta değil ama amelde ve hükümler bakımından yeni bir tebliğ, emirler zinciri sunan peygambere, Nebî ise daha önceki bir peygamberin tebliğini aynen yineleyen, tekrarlayan peygambere denir. Ancak ve ancak Resul-i Ekrem Efendimiz, hem Hazret-i İbrahim'in dininin hükümlerini tekrarladığı hem de yeni hükümler tebliğ ettiği için ancak Zât-ı Seniyyeleri hem Nebî hem Resûl'dür. Yine aynı şekilde zâtına mahsus olan özelliklerden biri de, burada ikili olmak bakımından arz ediyorum, 'ResüIü's-sakaleyn', olmasıdır. Hem insanlara hem cinlere Peygamberdir. Peygamberlik müessesesinin bittiği anlatılan âyette "Hâteme'n Nebiyyîn" denmekle "Artık bundan böyle değil Resul. Nebî bile gelmeyecektir." mânâsı anlaşılmalıdır. Yoksa Nebî gelmez ama Resul gelir diye anlamak, anlamamaktır. Yani vahyin özel mânâsı ile artık kesildiğini kabul etmemek, İslâm hudutları dışına çıkmak demek olur. Ancak sözlük anlamı ile Allah'tan gelen haber mânâsı devam etmektedir. Nasıl şeytanın iğvâsı, kandırması, kalbe vesvese vermesi kıyamete kadar devam edecek ise saf sinelere, parlak kalplere, yüce kişilere Allah'ın ilhamı da aynen devam edecektir. Mesnevî'nin sonunda okunması âdet olunan dörtlükteki ifade "Vahy-i Hakk" yerine "İlham-ı Hakk" olsa idi bu münakaşalar olmazdı. Olmazdı ama Mesnevî'deki ilâhî gerçekler ve Hazret-i Mevlânâ'nın yüceliği de tam mânâsı ile anlatılamamış olurdu. Buradaki Vahy-i Hakk kelimesini İlhâmât-ı Rabbânî, Allah'ın lütfettiği doğuşlar olarak doğru anlamalıyız. Gayrisi yanlıştır, iftiradır. Hazret-i Mevlânâ, Hakk'ın lütfü ile Hakkın hakikatini anlatmıştır Mesnevî-i Şerifinde.
Bad ez-vefât zî türbet-i mâ der zemîn-i mecûy
Der sînehâ-yı merdûm-ü arif mezâr-mâst
Ölümümden sonra benim kabrimi yerlerde arama, benim mezarım arif kişilerin gönlündedir.
Bu büyük Allah dostunun, Allah velisinin velev ki bir tek sözünü gönlümüzde yaşatabilmek bizim için ne büyük mutluluk kaynağıdır. Çünkü bir tek sözünü diyebiliyoruz, hepsini anlamak mümkün mü?
Mî-reved bî ruy-i pûş ân âfitâb
Fart-ı nûr-i ost rûyeş râ nikâb
Güneşi hiçbir perde kapatamaz. Güneşin kendisinin nurunun parlaklığı, göz kamaştırır da öylece kendi parlaklığı kendisine gölge olur. İşte bu sebepten hepsini anlamak mümkün değildir. İşte biz, güneşten zerre, deryadan damla, harmandan tane kadar Mesnevi'den konuştuk. Az, çoğun yol göstericisidir. Azlığa bakmamalı, gösterdiği yola bakmalıdır. Zaten olgunlar için çok söze de hacet yoktur.
Der-ne-yâbed hâl-i puhte hîç hâm
Pes suhen kûtâh bâyed ve's-selâm
Pişmemişler, ham olanlar olgunların, yetişmişlerin halinden hiç anlarlar mı? Öyleyse sözü kısa kesmek lâzım, vesselam.
Hoş kalın, hoş olun, hayırla görüşelim efendim!
Tû megû bedân şehbâr nîst
Bâ kerîmân kârhâ-yı düşvâr nîst
Azîz dostlar, eskiden Mesnevi derslerine bu beyit okunarak başlanması âdeti varmış. Beyit, Mesnevi-i Şerifin 219. beytidir. Çok müjdeleyici ve çok ümit verici mânâlar taşıyan bu beyitte şöyle deniyor: O şahın huzuruna çıkmak için bize izin verilmemiştir deme. Çünkü kerîm olanlarla, ikram sahibi olanlarla iş yapıp kâr elde etmek zor değildir.
"Hakk'a ulaşmaya çalışmak boşuna gayrettir. Nasıl olsa ulaşamazsın. İyisi mi yat, tembelliğine bak!" diye insanı devamlı kandırmaya çalışan şeytanın bu aldatmalarına karşı Hazret-i Mevlânâ diyor ki: "İkram sahipleri ile iş yapıp kâr elde etmenin kolaylığını biliyorsun, Allah ise Ekramü'l ekremîn'dir. İkram edicilerin en ikram edicisidir. İkram sahiplerinin en yücesidir. O buyurmadı mı: 'Bana bir adım atana Ben on adım atarım. Bana yürüyerek gelene Ben koşarak gelirim.' Öyleyse huzura çıkmaya izin yoktur ümitsizliğine düşme ve aşkı seç, ki bütün peygamberler de öyle yapmıştır."
Aşk-ı ân bükzin ki cümle enbiya
Yaftent ez aşıkı o kâr u keya
Aşk yolunu seç. Bütün peygamberler ve o peygamberlere uyanlar gibi ki ancak ve ancak onun aşkı ile sadece kazanç sahibi, Allah katında makbul olma yüceliği elde edilir.
Aşk zinde der revân u der basar
Her demi bâşed zi gonce tâzeter
Aşk her an ruhta da gözde de tazeliğini korur, hiç eskimez. Aşkın tazeliği gül bahçesindeki goncaların tazeliği gibidir. Beyitte deniyor ya: "der ravan u der basar" "Aşk ruhta da gözde de her an tazeliğini korur." Bundan şu mânâ anlaşılmalı: Göz, ruhun penceresi gibidir. Ruh, göz penceresinden bakar ve bütün yaratılmışlarda yaratıcının güzelliğini ve kudretini seyreder. Sonra döner 'Severim her güzeli senden eserdir.' sözleriyle eserde müessiri, nakışta nakkaşı bulur, görür. Allah her an yeni bir yaratmada ve yeni bir hâlde tecelli etmededir. Sûre-i Rahman'daki "Külle yevmin hüve fı'ş-ş'en" âyeti bu gerçeği bildirmede. İşte bu her an yenilik, Hazret-i Mevlânâ'nın sözünü ettiği her an tazelik demektir. Aşkın gözde tazeliği yaratılmışlar hakkında, ruhta tazeliği ise Yaratıcı hakkındadır. Göz fânidir. Ruh bakîdir. Fânilerin aşkı da fânidir, bakîlerin aşkı da bakîdir.
Zanki aşk-ı mürdegân payende nist
Zanki bürde suyima ayende nist.
Ölülerin ve öleceklerin, yani fâni olanların aşkı kalıcı olmaz, çünkü ölü bizim yanımızda olmaz. Farsça'daki 'zinde' kelimesi her ne kadar 'diri' mânâsına gelir ise de bu dirilik lâlettayin, ölünün karşıtı olan dirilik değildir. Hayatiyeti muhafaza etmek mânâsını taşır. Onun için aşkta böyle bir hayatiyet vardır. "Aşkı olmayanlar bizim yanımıza gelemezler." diyor Hazret-i Mevlânâ. Çünkü kalıcılık, beka ancak aşktadır. Neden? "Aşk ehli ölmez/ Yerde çürümez/ Yanmayan bilmez ateş-i aşka." "Biz âşığız, biz ölmeyiz. Çürüyüp toprak olmayız. Karanlıklarda kalmayız. Bize leyi ü nehâr olmaz." "Yunus öldü deyu sâlâ verirler, ölen hayvan imiş âşıklar ölmez."
Seyvid Nesimi, Seyyid Nizâmoğlu ve Koca Yunus'un sözleri bunlar.
Bu büyüklerimizi bu yol göstericilerimiz, bu yol aydınlatıcılarımız hep aynı şeyleri söylüyorlar, bizi uyarmak ve uyandırmak için. Bunlar sizin bilmediğiniz şeyler değil. Beraberliğimize vesile olsun, gerçekliğin tekrarından doğan güzellikleri ve hazları paylaşalım, özellikle de Hazret-i Mevlânâ'nın sözleri ile dillerimizi ve gönüllerimizi süsleyelim diye bunları tekrar ettik.
Mesnevi derslerine, sohbetlerine o beyitle başlandığını arz etmiştik. Her başlangıcın bir sonu vardır. Başlangıçtaki geleneğe uyarak o beyti okuduk ve eski bir geleneği yerine getirdik. Bu eski geleneğin bir başka veçhesi daha var, bir âdet daha var: Mesnevi sohbetleri biterken şu dörtlük okunur:
İnçunîn fermâyed Mevlânâ-yi mâ
Kâşif-i esrâr-hâ-yi Kibriya
İn ne necmest u ne remlest u ne hâb
Vahy-i Hakk vallahu a'lem bi's-savâb
İşte böyle buyurdu bizim Efendimiz Mevlânâ, ki o, Yüceler Yücesi'nin sırlarını bilen ve açıklayandır. O sırların keşfedicisidir. Onun bu sözlerini; astroloji veya fal sözleri yahut uyku hâlinde söylenmiş sözler sanmayınız, öyle değildir. Olsa olsa Hakk'in bir vahyidir, Allah her şeyi en iyi ve en doğru bilendir.
İşte, Mesnevî sohbetleri böyle bitirilirdi. Buradaki "Vahy-i Hakk" sözü bazı yanlış anlamalara sebebiyet vermiştir. Vahiy kelimesinin sözlük anlamı 'Allah'tan gelen haber' demek. Özel anlamı ise Allah'ın Cebrail Aleyhisselâm vasıtası ile peygamberlerine gönderdiği, kullarına tebliğ edilmek üzere olan özel haberlerdir. Ve bu anlamı ile, yani özel anlamı ile vahiy bitmiştir, çünkü Hâteme'n-Nebiyyîn Muhammed Mustafa (s.a.v.) peygamberlerin sonuncusudur. Kur'ân'ın ifadesi ile "Hateme'n-Nebiyyin" nebilerin sonuncusu ve en yücesi ve nebîlik müessesesinin mührü, Ondan sonra peygamber gelmez. Burada bir incelik daha var. Bildiğiniz gibi peygamberlik görevi ile, o yüce görev ile görevlendirilen yüce kişilerin görevi iki türlü izah edilir. İtikat, inanış bakımından hiçbir ayrılık olmamasına rağmen bazılarına 'Nebî' bazılarına 'Resul' denir. Resul, itikatta değil ama amelde ve hükümler bakımından yeni bir tebliğ, emirler zinciri sunan peygambere, Nebî ise daha önceki bir peygamberin tebliğini aynen yineleyen, tekrarlayan peygambere denir. Ancak ve ancak Resul-i Ekrem Efendimiz, hem Hazret-i İbrahim'in dininin hükümlerini tekrarladığı hem de yeni hükümler tebliğ ettiği için ancak Zât-ı Seniyyeleri hem Nebî hem Resûl'dür. Yine aynı şekilde zâtına mahsus olan özelliklerden biri de, burada ikili olmak bakımından arz ediyorum, 'ResüIü's-sakaleyn', olmasıdır. Hem insanlara hem cinlere Peygamberdir. Peygamberlik müessesesinin bittiği anlatılan âyette "Hâteme'n Nebiyyîn" denmekle "Artık bundan böyle değil Resul. Nebî bile gelmeyecektir." mânâsı anlaşılmalıdır. Yoksa Nebî gelmez ama Resul gelir diye anlamak, anlamamaktır. Yani vahyin özel mânâsı ile artık kesildiğini kabul etmemek, İslâm hudutları dışına çıkmak demek olur. Ancak sözlük anlamı ile Allah'tan gelen haber mânâsı devam etmektedir. Nasıl şeytanın iğvâsı, kandırması, kalbe vesvese vermesi kıyamete kadar devam edecek ise saf sinelere, parlak kalplere, yüce kişilere Allah'ın ilhamı da aynen devam edecektir. Mesnevî'nin sonunda okunması âdet olunan dörtlükteki ifade "Vahy-i Hakk" yerine "İlham-ı Hakk" olsa idi bu münakaşalar olmazdı. Olmazdı ama Mesnevî'deki ilâhî gerçekler ve Hazret-i Mevlânâ'nın yüceliği de tam mânâsı ile anlatılamamış olurdu. Buradaki Vahy-i Hakk kelimesini İlhâmât-ı Rabbânî, Allah'ın lütfettiği doğuşlar olarak doğru anlamalıyız. Gayrisi yanlıştır, iftiradır. Hazret-i Mevlânâ, Hakk'ın lütfü ile Hakkın hakikatini anlatmıştır Mesnevî-i Şerifinde.
Bad ez-vefât zî türbet-i mâ der zemîn-i mecûy
Der sînehâ-yı merdûm-ü arif mezâr-mâst
Ölümümden sonra benim kabrimi yerlerde arama, benim mezarım arif kişilerin gönlündedir.
Bu büyük Allah dostunun, Allah velisinin velev ki bir tek sözünü gönlümüzde yaşatabilmek bizim için ne büyük mutluluk kaynağıdır. Çünkü bir tek sözünü diyebiliyoruz, hepsini anlamak mümkün mü?
Mî-reved bî ruy-i pûş ân âfitâb
Fart-ı nûr-i ost rûyeş râ nikâb
Güneşi hiçbir perde kapatamaz. Güneşin kendisinin nurunun parlaklığı, göz kamaştırır da öylece kendi parlaklığı kendisine gölge olur. İşte bu sebepten hepsini anlamak mümkün değildir. İşte biz, güneşten zerre, deryadan damla, harmandan tane kadar Mesnevi'den konuştuk. Az, çoğun yol göstericisidir. Azlığa bakmamalı, gösterdiği yola bakmalıdır. Zaten olgunlar için çok söze de hacet yoktur.
Der-ne-yâbed hâl-i puhte hîç hâm
Pes suhen kûtâh bâyed ve's-selâm
Pişmemişler, ham olanlar olgunların, yetişmişlerin halinden hiç anlarlar mı? Öyleyse sözü kısa kesmek lâzım, vesselam.
Hoş kalın, hoş olun, hayırla görüşelim efendim!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Şiirler Sustu
Yok. bulamadım ıssızlığın bu sırrını bana anlatacak bir lisan, En usta kelimeleri bile çırak çıkardı o müjgan, şiirler sustu, Sayfalar dol...
-
‘’ÖLDÜĞÜM GÜN, TABUTUMU OMUZLAR ÜZERİNDE GÖRDÜĞÜN ZAMAN, BENDE BU CİHANIN DERDİ VAR SANMA... BANA AĞLAMA, YAZIK YAZIK, VAH VAH DEME......
-
İLİTAM FİNALLERİNİ BİTİRDİ... YÜZ AKI SONUÇLAR VERMEMİZİ DİLİYORUM! ELİMİZDEN GELENİ YAPTIK.. RABBİM MAHCUP ETMESİN İNŞALLAH.. BÜTÜN İLİTAML...
-
Seyredelim..