Müzik

30 Nisan 2008 Çarşamba

Senin olmadığın yerde ateş yok güneş yok

Sizin semtinizden vefa rüzgarı esmez mi

Dağlara seslendim onlar bile ses verdi neden susuyorsun

Yollardan geçtiğin gibi benden de geçer misin

Senin olmadığın yerde ateş yok güneş yok



Seni düşüne düşüne düşüme bile giriyorsun

Onun için böyle geceleri ben sever oldum

Yollardan geçtiğin gibi benden de geçer misin

Senin olmadığın yerde ateş yok güneş yok

Sen Yanımda Olmayınca





Ateş idim küle döndüm
Rüzgar idim yele döndüm
Evvel yârin dostun idim
Şimdi uzak ele döndüm



Yağmur idim damla oldum
Neşe idim gamla doldum
Evvel yanında yâr idim
Şimdi uzaklarda soldum



Sen yanımda olmayınca
Bahar bilmez güle döndüm
Türkülerim öksüz kaldı
Düzen tutmaz tele döndüm

29 Nisan 2008 Salı

İYİKİ DOĞDUN HİLALİM

ALLAH'IM SANA UZUUUN VE HAYIRLI BİR ÖMÜR NASİP ETSİN İNŞALLAH...
RABBİME ŞÜKÜRLER OLSUN Kİ BENİ SENİNLE TANIŞTIRDI..
MÜŞERREF KILDI BENİ..

DUAM İYİ DİLEKLERİM HER DAİM SENİNLE...
UZAKTA OLDUĞUMUZDAN DOLAYI ŞİMDİLİK ŞU NAÇİZANE HEDİYEMİ KABUL ETMENİ İSTİYORUM:

27 Nisan 2008 Pazar

BEN SANA MECBURUM



Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum.

Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur?
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum, sen yoksun!

Sevmek kimi zaman rezilce korkudur
İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Birkaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu

Fatihte yoksul bir gramafon çalıyor
Eski zamanlarda bir Cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum, sen yoksun!

Belki Haziranda mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışşın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telâş içindesin
Kötü rüzgâr saçlarını götürüyor.

Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin...

ATİLLA İLHAN

22 Nisan 2008 Salı

Kimi Dosta Varır

Ey gönül, kendini veznetmeye kantar ara bul!
Yürü dil, kantarına halis olan a'yar ara bul!
Kapatırlar seni bir hâl-i haraba yalınız;
Ol karanlık geceler kendine bir yâr ara bul!

Kimi dosta varır dosta bendolur

Kimi nefse uyar kahrolur gider.

Kimi gülistanda goncagül olur

Kimi goncagüle hâr olur gider.

Kimi tevbe eder asfiya olur

Kimi inat eder eşkiya gider.

Kimi Ahmed seni uzaktan tanır

Kimi yaklaşır da kör olur gider.

Gel ey kardeş Hakkı bulayım dersen
Bir kamil mürşide varmayınc'olmaz
Rasulün cemalin göreyim dersen
Bir kamil mürşide varmayınc'olmaz!

18 Nisan 2008 Cuma

AŞK ACISI

Said b. Abdullah b. Râşid anlatıyor:
Genç bir Arap kız, kabilesinden aklı başında bir erkeğe tutuldu. Sürekli yanına gidip geliyordu. Bir ara buluşamayıp bir araya gelemeyince kız hastalandı, sarardı soldu. Hiç olmazsa erkeğin yüzünü görebilmek için bir takım yollara başvurdu ve bir şeyleri bahane ederek yanına gitti. Ancak erkek ona yanaşmadı, reddetti. Bunun üzerine kızın hastalığı daha da ağırlaştı. Ve kız yatağa düştü. Annesi oğluna: "Filan kız hasta olmuş, onun bizde (ziyaret) hakkı var" dedi. Genç: "Öyleyse sen ziyaret et ve halin nice?" diye sor dedi. Kadın kızı ziyaret etti ve ona: "Neyin var?" diye sordu. Kız: "Yüreğimde bir ağrı var, hastalığımın kaynağı o!" dedi. Kadın: "İşte oğlum da o hastalığının ne olduğunu soruyor" dedi. Kız derin bir nefes aldı ve şöyle dedi:

Bana hastalığımı soruyor: Hastalığım odur.
Gelen haberler ne de gariptir.

Kadın eve döndü ve oğluna bunu haber verdi. Ona: "Onun, senin olmasını istiyor musun?" dedi. Genç: "Evet" dedi. Kadın gidip kıza durumu haber verdi. Kız ağladı ve şöyle dedi:

Beni yaklaşmaktan ve buluşmaktan hep alıkoydu
Bedenim eriyip akınca acımaya başladı
Artık, katilimin bulunduğu bir yere gelmem
Bana hastalık olarak, ah vah diye sızlanarak ölmem yeter.

Kızın hastalığı gün geçtikçe daha da arttı ve sonunda öldü.


{İbnu'l-Kayyim el-Cevziyye - Aşıklar Kitabı, Sayfa:367-368}

Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine




Senin kalbinden sürgün oldum ilkin
Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği
Bütün törenlerin şölenlerin ayinlerin yortuların dışında
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Uzatma dünya sürgünümü benim
Güneşi bahardan koparıp
Aşkın bu en onulmazından koparıp
Bir tuz bulutu gibi
Savuran yüreğime
Ah uzatma dünya sürgünümü benim
Nice yorulduğum ayakkabılarımdan değil
Ayaklarımdan belli
Lambalar eğri
Aynalar akrep meleği
Zaman çarpılmış atın son hayali
Ev miras değil mirasın hayaleti
Ey gönlümün doğurduğu
Büyüttüğü emzirdiği
Kuş tüyünden
Ve kuş sütünden
Geceler ve gündüzlerde
İnsanlığa anıt gibi yükselttiği
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili

Uzatma dünya sürgünümü benim
Bütün şiirlerde söylediğim sensin
Suna dedimse sen Leyla dedimse sensin
Seni saklamak için görüntülerinden faydalandım Salome'nin Belkıs'ın
Boşunaydı saklamaya çalışmam öylesine aşikarsın bellisin
Kuşlar uçar senin gönlünü taklit için
Ellerinden devşirir bahar çiçeklerini
Deniz gözlerinden alır sonsuzluğun haberini
Ey gönüllerin en yumuşağı en derini
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim

Yıllar geçti saban ölümsüz iz bıraktı toprakta
Yıldızlara uzanıp hep seni sordum gece yarılarında
Çatı katlarında bodrum katlarında
Gölgendi gecemi aydınlatan eşsiz lamba
Hep Kanlıca'da Emirgan'da
Kandilli'nin kurşuni şafaklarında
Seninle söyleşip durdum bir ömrün baharında yazında
Şimdi onun birdenbire gelen sonbaharında
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Ey çağdaş Kudüs , Meryem
Ey sırrını gönlünde taşıyan Mısır , Züleyha
Ey ipeklere yumuşaklık bağışlayan merhametin kalbi
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim

Dağların yıkılışını gördüm bir Venüs bardağında
Köle gibi satıldım pazarlar pazarında
Güneşin sarardığını gördüm Konstantin duvarında
Senin hayallerinle yandım düşlerin civarında
Gölgendi yansıyıp duran bengisu pınarında
Ölüm düşüncesinin beni sardığı şu anda
Verilmemiş hesapların korkusuyla
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim

Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır
Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır
Aşk celladından ne çıkar madem ki yar vardır
Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır
Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır
O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır
Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır
Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır
Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır
Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır
Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır
Senden ümit kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili


Sezai Karakoç

8 Nisan 2008 Salı

İNCİTMEYECEK KADAR UZAK, ÜŞÜTMEYECEK KADAR YAKIN ...



"Eski zamanların dondurucu bir kışından bütün hayvanlar çok etkilenmiş, büyük kayıplar vermişler. Ama en çok kayıp veren kirpilermiş. Çünkü onların pek çok hayvan gibi kalın kürkleri yok, kendilerini sıcak tutması zor olan dikenleri varmış. Bu durumdan en az zararla kurtulmak için kirpiler meclisi toplanmış, çözüm aranmaya başlanmış. Nihayet gece olunca tüm kirpilerin bir araya toplanmasına, birbirlerine yakın durarak geceyi geçirmelerine karar verilmiş. Böylece kirpiler birbirlerinin vücut sıcaklığından yararlanacak, aralarındaki hava tedavülünü önleyerek donmaktan kurtulacaklarmış.

İlk geceki deneyimlerinde bunun işe yaradığını görmüşler. Ama başka bir problem çıkmış ortaya. Üşüyen kirpiler birbirlerine fazla yaklaştıklarından, dikenleri nedeniyle yaralanmalar gerçekleşmiş. Daha sonraki gece yaralanma korkusundan birbirlerinden uzak durmuşlar ama bu sefer de donanlar olmuş. Ne var ki, her gece kah uzaklaşa kah yakınlaşa, deneye yanıla, sonunda birbirlerinin vücut sıcaklığından yararlanacak kadar yakın, ancak birbirlerini incitmeyecek kadar uzak durmayı da öğrenmişler."

Kısacası; bizim de uzun dikenlerimiz var. Bunlar hayata karşı filtrelerimiz. Bazen faydalı, bazen de zararlı... Çoğu zaman kimseleri yaklaştırmıyoruz yanımıza. Filtrelerimizden elemeden kimseleri sokmuyoruz özel dünyamıza...

Ne var ki sıcaklık ancak yakınlaşmakla mümkün. Birbirini incitmeyecek kadar uzak, hayatın soğuk zamanlarında üşümeyecek kadar da yakın olmayı öğrenmeliyiz. Aynen kirpiler gibi...


Gerçekten de ilişki sırasında ya birbirimizin yaşamına her açıdan müdahale eder, karşımızdakine soluk alma fırsatı bile vermez, onu boğarız. Ya da çok soğuk, çok uzak, çok ilgisiz ve çok yabancı davranır, onu bu defa da uzaklığımızla öldürürüz.

Gerek evliliklerde, gerekse ilişkilerde bence en önemlisi bu dengeyi kurabilmek... Yani ne aşırı sevgiyle boğmak, ne de ilgisizlikle sevgiyi öldürmek, öyle değil mi?


Not: Dengeyi kurmak inanın o kadar zor değil sadece yaşamdaki değerlerin farkına varabilmeli insanlar. En büyük sorun çözümlenmiş çaresizliği sürdürmemiz...

Sevgiler__

3 Nisan 2008 Perşembe

@@@ ALEMLER NURA GARK OLDU MUHAMMED DOĞDUĞU GECE @@@



...................................




Resimleri Davut hocadan ödünç aldım :)
Rabbim bu mübarek günlerde hepimize
Habibine layık ümmet olacak işler yapmayı nasip eylesin
inşallah...

2 Nisan 2008 Çarşamba

EN SAĞLIKLI 60 BESİN

1. ELMA
2. ENGİNAR
3. AVOKADO
4. MUZ
5. FASULYE
6. BROKOLİ
7. ESMER BUĞDAY
8. MANTAR
9. ACI MARUL
10. BEZELYE
11. ÇİLEK
12. REZENE
13. KÜMES HAYVANLARI
14. GREYFURT
15. YULAF
16. KUŞBURNU
17. RİNGA BALIĞI
18. AHUDUDU
19. MÜRVER
20. YOĞURT
21. FRENK ÜZÜMÜ
22. PEYNİR
23. HAVUÇ
24. PATATES
25. KEFİR
26. KİVİ
27. SARIMSAK
28. SOM BALIĞI
29. PIRASA
30. MERCİMEK
31. MISIR
32. USKUMRU
33. MANGO
34. DENİZ BİTKİLERİ
35. SİYAH TURP
36. KAVUN
37. SÜT
38. PEYNİR SUYU
39. CEVİZ, FISTIK, FINDIK
40. ZEYTİNYAĞI
41. PORTAKAL
42. PAPAYA
43. YEŞİL-KIRMIZI BİBER
44. ERİK
45. KIRILMAMIŞ PİRİNÇ
46. RAVENT
47. DANA ETİ
48. LAHANA TURŞUSU
49. KEREVİZ
50. SHIITAKE MANTARI
51. SOYA
52. ISPANAK
53. TOFU
54. DOMATES
55. TON BALIĞI
56. KABA ÖĞÜTÜLMÜŞ ÇAVDAR
57. KABA ÖĞÜTÜLMÜŞ BUĞDAY
58. KIRMIZI ÜZÜM
59. BEYAZ-KIRMIZI LAHANA
60. LİMON

1 Nisan 2008 Salı

Çanakkale Şehitlerine
Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya
-Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle- "Bu bir Avrupalı!''
Dedirir: Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi... Mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşısında,
Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâ'ûna da zuldür bu rezil istilâ!
Ah, o yirminci asır yok mu, o mahhlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcud ise, hakkıyle sefil,
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam,
Atılan her lâğamın yaktığı yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ayak,
Boşanır sırtlara, vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te'sis-i İlâhî o metin istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki'-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedî serhaddi;
"O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme" dedi.
Âsım'ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek.
Şûhedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar...
Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid'i...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
"Gömelim gel seni tarihe" desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
"Bu, taşındır" diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına;
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.

Sen ki, son ehl-i salibin kırarak salvetini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslâm'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın... Heyhât!
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âguşunu açmış duruyor Peygamber.
Muhammed Akif ERSOY

Ağla gönlüm

 Sen ağlamaktan vaz geçtin diye oluyor hep bunlar..  Ağla gönlüm.. Ağla ki açsın bahar dalları..  Sen anlatmayınca içindekini; nerden bilece...