Müzik

27 Nisan 2007 Cuma

Haftanın Sahabesi

En çok hadîs-i şerîf rivâyet eden sahâbî:
EBÛ HÜREYRE

Ebû Hüreyre Hicretin 7. senesinde Müslüman oldu. Gençliğinde fakîrlik ve sıkıntı içinde yaşamıştır. Müslüman olduğunda 30 yaşını geçmişti. Yemen’deki Devs kabîlesinin ileri gelenlerinden ve meşhûr şâir olan Tufeyl bin Amr vâsıtasıyla Müslüman oldu.

Hayber’in fethinden sonra Peygamber efendimiz, Ebû Hüreyre’ye Hayber’de alınan ganîmetlerden hisse verdi. Sonra Medîne’ye döndüler. Bundan sonra Ebû Hüreyre Yemen’e dönmeyip Medîne’de kaldı. Gece gündüz Resûlullah efendimizin yanından hiç ayrılmadı. Peygamberimizin vefâtına kadar dört sene böyle devam etti. Yemen’den gelen annesi de yanında kalmakta idi. Ebû Hüreyre şöyle demiştir:
- Benim çok hadîs rivâyet etmemin sebebi şudur: Ben fakîr bir kimseydim. Belli bir işim yoktu. Her zaman Resûlullah efendimize hizmet ediyordum. Muhâcirler çarşıda, pazarda alış-verişle; ensâr da kendi malları, mülkleriyle uğraşırken, ben Resûlullah efendimizin yanında bulundum. Dolayısıyla diğerlerinden daha çok şey duydum.

Kedicik babası
Ebû Hüreyre bir gün kaftanının içinde küçük bir kedi taşıyordu. Resûlullah efendimiz onu gördü. Buyurdu ki:
- Nedir bu?
- Kedicik.
Bunun üzerine Resûlullah efendimiz ona;
- Yâ Ebâ Hüreyre, [ya’nî, Ey kedicik babası] buyurdu.
Ebû Hüreyre bundan sonra bu isimle meşhûr olup, esas ismi unutuldu.

Örtünü uzat!
Peygamberimizin yanında devamlı bulunduğu için, pek çok hadîs-i şerîf işitmiş ve rivâyet etmiştir.
Bir gün Peygamberimize demişti ki:
- Yâ Resûlallah! Senden işittiklerimi hafızamda fazla tutamıyorum.
Bunun üzerine Peygamberimiz, “Örtünü uzat!” buyurdu. O da ridâsını uzattı. Resûlullah efendimiz, ona duâ etti. İki mübârek eliyle üç defa bir şeyler saçar gibi yaptı ve, “Örtünü göğsüne sür!” buyurdu.
O da sürdü. Böylece Allahü teâlâ ona öyle bir hafıza ihsân etti ki, işittiği hiçbir şeyi unutmadı. Ömrü de uzun oldu. Çok hadîs-i şerîf rivâyet etti.
Ebû Hüreyre, bilmediği ve öğrenmek istediği her şeyi, bizzat Peygamberimizden sorup öğrenmiştir.
Ebû Hüreyre, dört sene gibi bir zaman içerisinde, gece-gündüz Resûlullahın huzûrundan ayrılmamış, bütün işini, gücünü bırakmış, hep Peygamberimizin buyurduklarını dinleyip, ezberlemiştir.
Biri Ebû Hüreyre’ye dedi ki:
- İlim öğrenmek isterim, fakat sonra kaybederim diye korkuyorum.Bunun üzerine Ebû Hüreyre şöyle cevap verdi:
- Asıl ilmi kaybetmek, bu düşünce ile onu öğrenmemektir.
Dostlarımı sevdin mi?

Ebû Hüreyre buyurdu ki:
*- Kur’ân-ı kerîm okunan eve bereket, iyilik gelir. Melekler oraya toplanır. Şeytanlar oradan kaçar. Kıyâmet günü, kul, Allahü teâlânın huzûruna getirildiğinde, cenâb-ı Hak ona buyuracak ki:
“Ey kulum, sen benim için dostlarımı sevdin mi? Tâ ki, ben de, o dostlarım için seni seveyim.

*Resûlullahtan işittim. Buyurdu ki:
(Allahü teâlâ güzeldir. Yalnız güzel yapılan ibâdetleri kabûl eder. Allahü teâlâ, Peygamberlerine emrettiğini, mü’minlere de emretti ve buyurdu ki: Ey Peygamberlerim! Helâl yiyiniz, sâlih ve iyi işler yapınız! Mü’minlere de emretti ki: Ey îmân edenler! Sizlere verdiğim rızıklardan helâl olanları yiyiniz!)

*Kıyâmet günü Allahü teâlânın huzûrunda kıymetli olanlar verâ ve zühd sahipleridir. Altmış sene, bütün namazlarını kılıp da, hiçbir namazı kabûl olmayan kimse, rükü ve secdelerini tamam yapmayan kimsedir.
*Eshâb-ı kirâmdan bir zât, Zeyd bin Sâbit’e gelerek, ona bir mesele sordu. O da Ebû Hüreyre’ye gitmesini söyledi ve şöyle devam etti:
- Çünkü bir gün ben, Ebû Hüreyre ve bir başka sahâbî Mescidde oturuyorduk. Duâ ve zikirle meşguldük. O sırada Resûlullah efendimiz geldi, yanımıza oturdu. Buyurdu ki:
- Her biriniz Allahtan bir istekte bulunsun!
Ben ve arkadaşım, Ebû Hüreyre’den önce duâ ettik. Peygamber efendimiz de bizim duâmıza “âmin” dediler. Sıra Ebû Hüreyre’ye geldi. O da şöyle duâ etti:
Allahım, senden, iki arkadaşımın istediklerini ve de kuvvetli bir hafıza dilerim.
Resûlullah efendimiz bu duâya da “âmin” dediler. Biz de dedik ki:
- Ey Allahın Resûlü, biz de Allahtan kuvvetli bir hafıza isteriz.
Bunun üzerine Resûlullah efendimiz buyurdu ki:
- Devsli genç sizden önce davrandı.
Ebû Hüreyre’nin herhangi bir hadîste yanıldığı vâki değildir. Medîne vâlisi Mervân bin Hakem, kendisini huzûruna çağırıp birçok hadîs-i şerîf sordu. Bunu bir yere yazdı. Bir yıl sonra bu hadîsleri Ebû Hüreyre’ye sorduğunda hadîsleri aynen eksiksiz olarak bildirdi.
*Ebû Hüreyre, birgün Peygamber efendimize sordu:
- Kıyâmet günü şefâ’ate kavuşacaklar kimlerdir yâ Resûlallah?
Peygamber efendimiz buyurdu ki:
- Ey Ebû Hüreyre, senin hadîse karşı çok istekli olduğunu bildiğim için, hiç kimsenin senden önce bu suâli bana sormayacağını biliyordum. Kıyâmet günü benim şefâ’atime kavuşacak olan kimse, hulûs-i kalb ile “Lâ ilâhe illallah” diyen kimse olacaktır.

Hz. Ebû Hüreyre’nin dört oğlu ile bir kızı olmuştur. Kızı Tâbiînin büyüklerinden Sa’îd bin Müseyyib’le evlenmiş, oğulları da az da olsa hadîs rivâyetiyle meşgul olmuşlardır. Ebû Hüreyre aynı zamanda Hz. Osman ile bacanak olmuştur.

Ebû Hüreyre hazretleri ibâdetlerine çok dikkat ederdi. Farz ibâdetlerden sonra nâfile ibâdetlere de devam ederdi. Mutlaka gece namazı da kılardı. Buyurdu ki:
- Resûlullahtan işittim. Buyurdu ki:
(Allahü teâlâ buyurdu ki: Kulum farzları yapmakla bana yaklaştığı gibi başka şeyle yaklaşamaz. Kulum nâfile ibâdetleri yapınca, onu çok severim. Öyle olur ki, benimle işitir, benimle görür, benimle herşeyi tutar, benimle yürür. Benden her ne isterse veririm. Bana sığınınca, onu korurum.)

21 Nisan 2007 Cumartesi

HOŞÇA BAK ZATINA KİM ZÜBDE-İ ALEMSİN SEN

Ey dil ey dil niye bu rütbede pür gamsın sen
Gerçi virane isen genc-i mutalsamsın sen
Secde- ferma-yi melek zat-ı mükerremsin sen
Bildiğin gibi değil cümleden akvamsın sen
Ruhsun nefha-i Cibril ile tev’emsin sen
Sırr-ı Hak’sın mesel-i İsi-i Meryemsin sen

Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen
Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen

Merteben ayn-ı musemmadadır esma sanma
Merciin Halik-i eşyadadır eşya sanma
Gördüğün emr-i muhakkakları rü’ya sanma
Başkasın kendini suretle heyula sanma
Keşf ile sabit olan ma’niyi da’va sanma
Hakkına söylenen evsafı müdara sanma

Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen
Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen

İnleyip sırrını faşeyleme ağyara sakın
Düşme bilmezlik ile varta-i inkara sakın
Değmesün ahların kakül-i dil-dara sakın
Sonra Mansur gibi çıkman olur dara sakın
Arz-i acz etmeyesin yareden ol yara sakın
Bulduğun cevher-i alileri biçare sakın

Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen
Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen

Sendedir mahzen-i esrar-ı mahabbet sende
Sendedir ma’den-i envar-ı fütüvvet sende
Gizli gizli dahi vardır nice halet sende
Ma’rifet sende hüner sende hakikat sende
Nazar etsen yer ü gök duzah u cennet sende
Arş u kürsiyy ü melek sendedir elbet sende

Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen
Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen

Hayftır şah iken alemde geda olmayasın
Keder-alude-i ümmid u reca olmayasın
Vadi-i ye’se düşüp hiç ü heba olmayasın
Yanılıp reh-rev-i sahra-yı bela olmayasın
Ademe muttasıl ol ta ki cuda olmayasın
Secdeler eyle ki merdud-i Huda olmayasın

Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen
Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen

Berk-i hatıf gibi bu kayd-i sivadan güzer et
Erişen har u hasa ateş-i aşkı siper et
Damenin tutmaya asar-ı alayık hazer et
Şemş veş hahiş-i Munla ile azm-i sefer et
Saf kıl ayineni kabil-i aks-i suver et
Hele bir cem’-i havas eyle de Galib nazar et

Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen
Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen

Sözlükçe:
ağyar: düşman
asar-ı alayık: gönül bağlanılacak eserler
ateş-i aşk: aşk ateşi damen: etek
ayine: ayna (kalp aynası)
ayn-ı musemma: isimlerin sahibi
merci: gidilecek yer
Heyula: maddenin her çeşit şekle bürünebilmesi özelliği
berk-i hatıf: çakıp sönen (gözkamaştıran) şimşek
cem’i havas eylemek: duygularını derleyip toparlamak.
cevher-i ali: yüce cevherler
cüda: ayrı
da’ va: (tasavvufta) herhangi bir şey böyledir diye sözle direnmek
dar: darağacı
dil: gönül
genc-i mutalsam: tılsımlı hazine
secde-ferma-yi melek zat-ı mükerrem: meleklerin secdeye durmakla emredildiği kadri yüceltilmiş kişi
cümleden akvam: herkesten üstün
nefha-i Cibril: Cebrail nefesi
dildar:sevgili
duzah: cehennem
envar-ı fütüvvet: erlik, yiğitlik nuru halet: haller
esrar-ı mahabbet: sevgi sırları
evsaf: sıfatlar
faşeylemek: açıklamak
geda: yoksul keder-alud: üzüntülü
güzer etmek: geçip gitmek
hahiş-i Munla: Mevlana’ yı isteyerek
har u has: (üstüne takılan) çer çöp
hayftır: yazıktır
hiç ü heba olmak: yokolup gitmek
kabil-i aks- i suver: şekillerin yansıması
kayd-i siva: Tanrı ’ nın dışındaki bütün varlıklara olan bağlılık
ma’ni: anlam
merdud-i Huda: Allah ’ın reddettiği
muttasıl olmak: sarılmak
müdara: göze girmek için söylenen sözler
reh-rev-i sahra-yı bela: bela sahrasının yolunu tutan yolcu
Şems veş: Şems gibi
tev’em: ikiz, eş
mesel-i İsi-i Meryem: Meryem oğlu İsa gibi
zübde-i alem: evrenin özü
merdüm-i dide-i ekvan: varlıkların gözbebeği
esma: isimler
ümmid u reca: ümit ve rica hali
vadi-i ye’ s: üzüntü vadisi
varta-i inkar: inkar çukuru

( Abdülbaki Gölpınarlı’ nın hazırladığı Şeyh Galip Divanı seçmelerinden )

18 Nisan 2007 Çarşamba

Haftanın Sahabesi...

ABDULLAH B. AMR B. EL-ÂS

Hadîs-i şerîf yazması ile meşhûr sahâbî

Abdullah bin Amr, Bedir ve Uhud harbinden başka bütün harplere katılıp, Peygamber efendimizin yanında bulundu. İlk iki harbe yaşı küçük olduğu için katılamamıştır. Katıldığı savaşlara süvâri olarak katıldı. Ayrıca harbe gidecek askerleri tâlim ile, onları savaşa hazırlamak gibi mühim vazîfelerde bulundu. Birçok harbe kumandan olarak katıldı.

Abdullah bin Amr hazretlerinin, Peygamber efendimizin vefâtından sonra katıldığı ve büyük kahramanlıklar gösterdiği savaşlardan biri Yermük’tür. Şam fâtihi olan babası Amr bin Âs da bu savaşta ordu kumandanlarından idi. 240.000 kişilik Bizans ordusuna karşı, 46.000 kişilik İslâm ordusu, kısa zamanda zafer kazandı.
Hz. Abdullah bin Amr bin Âs, Peygamber efendimizin yanında bulunup, bizzat işiterek çok ilim öğrenmiştir. Peygamberimizden işittiği her şeyi yazmak için izin istemiş ve aldığı müsâade üzerine pek çok hadîs-i şerîf yazmıştır.
Ashâb-ı kirâmdan en çok hadîs-i şerîf rivâyet eden Ebû Hüreyre, onun hakkında buyurmuştur ki:

- Resûlullahın hadîs-i şerîflerini, Abdullah bin Amr’dan başka benden çok ezberleyen ve rivâyet eden olmamıştır. Çünkü o, yazıyordu. Ben yazmamıştım.

Abdullah bin Amr’ın, Resûlullah efendimizden her işittiğini yazdığını gören Eshâb-ı kirâmın ileri gelenleri, ona dediler ki:

- Sen, Resûlullahtan her işittiğin şeyi yazıyorsun. Hâlbuki, Resûl aleyhisselâm ba’zan gadab, kızgınlık, ba’zan da neş’eli hâllerde iken söz söylemektedir.

Bunun üzerine Hz. Abdullah, işittiklerini yazı ile kaydetmek husûsunda tereddütte kalmış ve mes’eleyi Resûl-i ekreme arzetmişti. Resûlullah efendimiz, onu dinledikten sonra buyurdular ki:

- Yazmaya devam et! Çünkü, Allahü teâlâya yemîn ederim ki, ağzımdan hak (ya’nî doğru, gerçek) olandan başka bir şey çıkmamıştır.

Hz. Abdullah Resûlullahtan işittiği bütün hadîs-i şerîfleri, Sahîfe-i Sâdıka adında bir mecmûada toplamıştır. Kendisine sorulan suâllere, bizzat Resûlullahtan işiterek yazdığı bu mecmûayı çıkarıp bakar, sonra cevap verirdi.

Arapçadan başka İbrânice ve Süryânice de bilen Abdullah bin Amr hazretleri, Resûlullah efendimizin mübârek ağızlarından işiterek topladığı hadîs-i şerîf mecmûasına, son derece titizlik gösterirdi. İmâm-ı Mücâhid diyor ki:

- Abdullah bin Amr’ın elinde bulunan kitaplarından hangisine bakmak istesek, mâni olmazdı. Fakat bu hadîs-i şerîf mecmûalarından birini okumak istediğimiz zaman, ona son derece îtinâ gösterir ve, “Ben, bunu bizzat Resûl-i ekremin mübârek ağzından işiterek topladım. Onu, bütün dünyaya değişmem” derdi.

Yedi yüz civârında hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir...

Abdullah bin Amr bin Âs hazretleri, uzun boylu, yakışıklı bir zât idi. Zühd ve takvâsı çok olup, zirâatle iştigâl eder ve geçimini bu yoldan sağlardı. Son derece cömert olup, eline geçeni dağıtır ve herkesi memnûn ederdi. 684 târihinde yetmişiki yaşlarında Şam’da vefât etti.

Hz. Abdullah şöyle bildiriyor:

Bir gün Resûl-i ekreme, “Yâ Resûlallah! Müslümanın hangisi hayırlıdır” diye sorduğum zaman buyurdular ki:

- Fakîrleri doyuran, tanıyıp-tanımadığı her Müslümana iltifât edendir.

Abdullah bin Amr hazretleri, ilme çok ehemmiyet verirdi. Buyururdu ki:

- Resûlullahtan işittim. Buyurdu ki:

“İlmin azalması, âlimlerin azalması ile olur. Câhil din adamları, kendi görüşleri ile fetvâ vererek fitne çıkarırlar, insanları doğru yoldan saptırırlar.”

Abdullah bin Amr hazretleri, gece sabaha kadar namaz kılar, gündüzleri oruç tutardı. Harâmdan son derece sakınır, hattâ mubâhların çoğunu da terkederdi. Kur’ân-ı kerîmi çok okurdu. Ba’zan gece lâmbayı söndürür, Allah korkusundan sabaha kadar ağlardı.

Çok ağlamaktan dolayı ömrünün sonuna doğru gözleri görmez olmuştu.

Hz. Abdullah, misâfire ikrâmı çok severdi. Bununla ilgili Resûlullahtan işittiği şu hadîsi söylerdi: “Allaha ve âhıret gününe îmân eden, misâfirine ikrâm etsin! Allaha ve âhıret gününe inanan, komşusuna hürmet etsin! Allaha ve âhıret gününe îmân eden, ya hayır söylesin, yâhut sussun.”

Hz. Abdullah bin Amr bin Âs’ın hikmetli sözleri çoktur. Buyurdular ki:

“Faydasız söz söylemeyiniz!”

"Müzevvirlik, ara bozuculuk ve iki dostun arasını açmak, Allahü teâlânın gadabına sebep olur. Eğer siz benim bildiğime vâkıf olsaydınız, çok ağlardınız.”

Hz. Abdullah, meşhûr Mısır fâtihi Âmr bin Âs’ın oğlu olup, 616 yılında doğmuştur. Annesi, Rayta binti Münebbih’dir. Babasından önce îmân etti. Müslüman olmadan önce adı Âs idi. Peygamber efendimiz Abdullah olarak değiştirdi. Künyesi, Ebû Abdurrahmân’dır. Abâdile*dendir.


*Abâdile: Adları Abdullah olan fakîh ve muhaddis dört sahâbî. Abâdile, Abdullah kelimesinin çoğulu olup "Abdullahlar" anlamına gelmektedir......

17 Nisan 2007 Salı


Güzel Peygamberimiz'in dünyayı teşriflerinin 1436. yılı münasebetiyle bütün Türkiye'de ve blog camiasında bir coşku hakim bu sene de...
Rabbim O'nun nuruyla alemi yaratmış.. Dahası boş laf...
Bu konuda birçok yazılar da yazılmış tabii.. En çok hoşuma giden de Sadık Yalsızuçanlar'ın Seni ne çok özledik ey Nebiler Nebisi... Yazısı oldu. Şahsen onun çok kitaplarını okudum. Beğenerek takip ettiğim bir yazardır. Bu yazısı da çok hoş, tavsiye ederim.
O'nun nuru kalplerimizi kaplasın... Rahmet olsun, şifa olsun gönüllerimize...
Sevgiyle...

Bakkal Amca Bir Din Ver!

Bakkal amca, bir din ver, bana şöyle yüz gram;
İçinde hem komedi, hem de birazcık dram.
Öyle bir din olsun ki; bizi fazla sıkmasın,
Her yerde 'ahlâk' diye, karşımıza çıkmasın...

Ramazan' da otuz gün, vücut girsin bakıma,
Ama bayram gelince, karışmasın rakıma(!)
Bırakalım insanlar, her tür haltı yesinler,
Karınları doydukça, 'kalbim temiz' desinler...

Bir din ver ki; içinde, birazcık kahve falı,
Ve üstünde bir kaşık, sosyetik mevlid balı,
Arasında bir dilim, Kaşar Yaşar olmalı,
Böylece kalplerimiz, hidâyetle (!) dolmalı...

Bir de şu kurbanlıklar, sorun çıkardı biraz,
Neden dersen bütçemiz, bu sene hepten ayaz.
Eğer fetvâ verirse, şu senin 'Süper Beyaz',
Belki biz de keseriz, ya bir tavuk, ya bir kaz...

Bakkal amca bir din ver; zorda 'Allah' diyelim,
Açılınca kapılar, 'Haydi Yallah' diyelim.
Âlimler ehli cümbüş, fetvâlarda varyasyon,
Biraz Budist felsefe, biraz reenkarnasyon...

Bir din ki; insanları, hayallere daldırsın,
Tüm cinsel yasakları, yürürlükten kaldırsın.
Eroslar, Afroditler, sokaklarda çıldırsın,
Ve bu çılgın tanrılar, şeytanları yıldırsın...

Açılsın sahillerde, beş yıldızlı mabedler,
Diskolarda, ruflarda, yapılsın ibadetler...
Bir din ver ki; her akşam, sofraları kuralım,
Kadehleri duayla, birbirine vuralım...

Ahlak mahlak üstüne, biraz kafa yoralım(!)
Memleketin şu hali, ne olacak soralım.
İlerleyen saatte, dansöz çıksın masaya,
Allah rızası(!) için, pamuk eller kasaya...

Ne kadar yardımsever, olduğumuz görülsün,
Ellerimiz dansöze, merhametle sürülsün.
Cinsiyetler arası, ortak pazar kurulsun,
Böylece irticaya, büyük darbe vurulsun...

* * *
Bakkal amca, bir din ver; açık olsun tâvize,
Rahatlatsın bizleri, tatlı baksın fâize.
Madem ki fâiz dedik, hazır girdik damardan,
Bir din ver ki; bizleri, men etmesin kumardan...

Piyangolar, totolar, birer hayır kurumu,
Bazı yobaz kafalar, görsünler bu durumu,
Gece gündüz borsada, hayal kursun alıklar,
Yesinler küçükleri, bazı büyük balıklar...

Bir din ver ki; bıraksın, şu rüşvetin peşini,
Âmir, memur, sekreter, herkes bilsin işini.
Bu bilimsel metodla, çözersek biz bu işi,
Korkarım kalmayacak, zekât verecek kişi...

Lügatlerden silinsin, artık şeref, şahsiyet,
Dalgalı kura geçsin, edep, hayâ, haysiyet.
Körler ile sağırlar, koltukları kapsınlar,
Ellerinde yağdanlık, birbirine tapsınlar...

Bakkal amca, bir din ver; kaşlarını çatmasın,
Kubbesi, minaresi, aman derim batmasın,
Temizlensin camiler, tabut mabut kalmasın,
Bundan sonra Azrail, kapımızı çalmasın(!) ...

Dostlarım! Sanmayın ki; taş devrinden gelirim,
Bakkaldan din istenmez, bunu ben de bilirim.
İstedim ki; bu şaka, sizi biraz güldürsün,
Güldürürken, biraz da, gerçeği düşündürsün...

Cengiz Numanoğlu

(Nasıl buldunuz şiiri:)

15 Nisan 2007 Pazar

Yüreğimiz Yandı:(
Kazada ölen 33 kişi son yolculuktaKazada ölen 33 kişi son yolculukta
Öğrencileri taşıyan otobüsün, kamyonla çarpması sonucu ölen 33 kişiden 29'unun cenazesi İzmir'de son yolculuğuna uğurlanıyor.
http://www.haber7.com/haber.php?haber_id=234491

Bir öğretmen ve çoğu 2. sınıf öğrencisi olan 33 kişi hayatını kaybetti. :( Ne acı :(

Bir öğretmen ve onlarca çocuk gitti ey dünya!!
Rabbim bu kaybımızdan doğan acıyı bizlere hafifletsin :'((

Güle güle çıktığınız Kapadokya yolculuğundan dönüp gittiğiniz o mekana da güle güle girin güzel kardeşlerim benim :'((
Hepiniz Cennet'tesiniz ne güzell :')

*Günün Duası*

Varlığı canlarımızın cânı, nûru gözlerimizin ziyası
Yüce Rabbimiz'e,
üzerimizdeki lütufları adedince hamd ve şükür,
gönüllerimize aşk u heyecan salan, gözlerimize ışıklar çalan, bizleri ebedler ülkesine hazırlayan
Efendimiz Hazreti Muhammed Mustafa'ya da hasenâtı sayısınca salât ü selam ediyor,
küfrün ve küfranın başını alıp yürüdüğü,
her yanda zalimlerinhay-huyunun duyulduğu, ar damarı çatlamış, utanma hissini yitirmiş din, diyanet ve insanlık düşmanlarının ellerini, kollarını sallayarak sokaklardadolaştığı şu ifritten dönemde,
aczimizi vesile yapıp bir kere daha 'Lâ havle vela kuvvete illâ billâhi'l-aliyyi'l-azîm' hazinesinin sahibi Rabbimiz'in sonsuzmerhametine iltica ediyoruz:

Ey celâl ve ikram sahibi Yüce Rabbimiz!
İhsan ve keremine sığınarak bizedünyada da, ukbâda da afv u afiyet vermeni diliyoruz. Hiçbir şeyigerçekleştirmek Sen'in için zor değildir; ne olur, başka gidecek kapılarıolmayan zayıf ve âciz kullarının bu taleplerini kabul buyur!
Rabbimiz! Allah tanımaz, Peygamber bilmez, Din'e, diyanete saygı duymaznâdanların yapıp ettikleri kötülükler ve zulümler tahammül edilmez bir hâl aldı.
Bu masum kulların hakkında kötülük düşünüp onlara zarar vermek
isteyenlerin emellerini gerçekleştirmelerine müsaade etme.. tuzak kuranların
tuzaklarını başlarına çevir.. komplo peşinde olanları maksatlarının aksiyle tokatla.. haklarımıza tecavüz eden ya da etmeyi düşünen ne kadar haddini bilmez varsa, onların hepsini Sana havale ediyoruz;
haklarından gel!
Mallarını ve canlarını Rabbilerinin yoluna adayan muhabbet fedailerini
hiçbir zaman yalnız bırakmayan Kudreti Sonsuz Rabbimiz! Hayatını Din'e hizmete vakfetmiş masum insanlara karşı kinle, nefretle, hasetle, adavetle diş bileyen amansız zalimlerin yapmak istedikleri şerlere karşı Sen'in inayetine sığınıyoruz.
Ehl-i iman hakkında kötülük düşünen ne kadar şerîr insan varsa, Sen bizi onların şerlerinden ve tuzaklarından koru.. zararları bize ulaşabilecek tahrip temsilcilerinin oyunlarını boz ve emellerini gerçekleştirmelerine fırsat verme..
sağlamlardan daha sağlam himayene bizi de al ve bütün şerîrlerin şerlerinden, komplo kuranların komplolarından sıyanet buyur.. kâfirlerin, fâcirlerin ve zâlimlerin entrikalarını başlarına geçir ve bütün inananları ebedlere kadar devam edecek ve başka hiçbir korumaya muhtaç bırakmayacak olan hıfzınla muhafaza et!Rabbimiz! Münacaatımızın nihayetinde Efendimiz Hazreti Muhammed'e, kardeşleri olan enbiya ve mürselîne, Sen'in mukarreb kulların olan meleklere, insanlardan ve rûhânîlerden salih kullara salât ve selam ederek dileklerimizi gerçekleştirmeni istirham ediyoruz.
Bize re'fetinle, rahmetinle, merhametinle, şefkatinle muamele eyle ve bizi haybet ve hüsrana dûçar bırakmak suretiyle imtihan etme!.

Lütfen dualarımızda ezilen, sömürülen, işgal altındaki Müslüman kardeşlerimizi unutmayalım!...

Can İle Canan

Can
Gerçek misin hayal misin düş müsün.
Hakikatin sırrı nedir, söyle yar.
Mavera'da uçan nazlı kuş musun.
Yolun kime gider senin böyle yar.
Canan
Hem gerçeğim hem hayalim hem düşüm.
Kaf dağında anka olmak hep işim.
Zehirlidir aşk bilmeze hem aşım.
Soframızı hal bilene söyle yar.

Can
Bu sofradan hal bilende anlamaz.
Anlayan da sözü haktan dinlemez.
Dost tepeler rüzgarları önlemez.
Sam yeline kurban olma böyle yar.
Canan
Anlamayan oturmasın yemesin.
Her kundağa ab-ı hayat memesin.
Kimse bize rızkı zail demesin.
Muhabbetin didarıyız böyle yar.

Can
Saçlarına beni tel tel takmışlar.
Gözlerini kandil edip yakmışlar.
Nazar ile yüze-göze bakmışlar.
Gönül gözü bilmez onlar öyle yar.
Canan
Bilen yeter bilmeyene lüzum yok.
Kaybedemem öksüz yetim kuzum yok.
Aşka düşmüş çölde Leyla kızım yok.
Destan olmam dillere ben öyle yar.

Can
Saki midir mey bakışan gözlerin.
Baki yaktı narı cevher közlerin.
Sağ yanımda defter olsun sözlerin.
Münker Nekir sana gelsin söyle yar.
Canan
Korkma aşık sana vebal yüklemem.
Çok yakındır defterini paklamam.
Hurin oldum bu yüzdendir beklemem.
Suallere benden selam söyle yar.

Can
Selamını söyleyince gittiler.
Dört yanımı zaman üstü güttüler
Bana sonsuz izzet ikram ettiler.
İhsan mıdır aşkın bana böyle yar.
Canan
Bu rüyanın haberleri haktandır.
Kul'a göre görüntüler yoktandır.
Bu hidayet aşık sana çoktandır.
Şükrünü sen yine O'na söyle yar.

Can
Şükrüm O'na aşkı sebep eylemiş.
Seni öven diller O'nu söylemiş.
Onsuz alem seni beni neylemiş.
Gün ikindi akşam oldu böyle yar.
Canan
Sızlanırsın ömrüm diye alanda.
Sana benzer nefesini çalanda.
Ne durursun üçbeş günlük yalanda.
Aş için mi bunca telaş böyle yar.

Can
Söyledim de aşın burda yenmedi.
Lezzetini sırrı bilmez anmadı.
Abı hayat suyuna da kanmadı.
Fani yerde kime aktın böyle yar.
Canan
Fani miyim iyi bak sen yüzüme.
Kandil dedin hak yapısı gözüme.
İzin bulup vakıf olsan özüme.
Soramazsın diyemezsin böyle yar.

Can
Meylim yoktur sana kelam çatmaya.
Arzu halim gelmez yemin etmeye.
Samur olsan uyku tutmaz yatmaya.
Neler ettin bana bilmem böyle yar.
Canan
Sevdiceğim derdi aşka üzülmüş.
Yarelenmiş arzuhalden süzülmüş.
Görmeyeli aşık dilin çözülmüş.
Kim kopardı sözü bağdan böyle yar

Can
Üzülmedim derdi aşktan ezildim.
Süzülmedim sırrı burhan yazıldım.
Bu sebeple bağlarımdan çözüldüm.
Kalem kırma mahkumuna böyle yar.
Canan
Halvetimde beni hakim sayarsın.
Hükme sıra geldiğinde cayarsın.
Bu gidişle sırattan da kayarsın.
Haktan özge yolun var mı söyle yar.

Can
Tutuyorum, işte yolum elimde.
Haktan özge söz bulunmaz dilimde.
Elif yüzer, nur ırmağı selimde.
Gücenirim sitem etme böyle yar.
Canan
Ben etmedim kendin düştün derde sen.
Kalk dedikçe yine kaldın yerde sen.
Mahrem edip sırra çektin perde sen.
Nur'um ile sarhoş oldun böyle yar.

Can
Olmasaydım ilmi kime okurdun.
Gül yerine zakkumlara şakırdın.
Asi iplik ile hasır dokurdun.
Benden ala kilim var mı söyle yar.
Canan
Doğru dersin elif ilmi okudum.
Dil evinde güllere ben şakıdım.
Can bulalı cevher kilim dokudum.
Tezgahımda hasır var mı söyle yar.

Can
Aşk adına biz bu sırrın yanıyız.
Bir bedenin nefsi ruhu canıyız.
Aynı kalbin damarıyız kanıyız.
Sancımızı biz biliriz böyle yar.

12 Nisan 2007 Perşembe

GİTTİ

Hayatta kalan son düşüm, ümidim,
Şimdi bir hayale karışıp gitti.
O yare yazdığım vuslat şiirim,
Hasret ateşinde tutuşup gitti.

Ömrüm bahardı ah, kışlara döndü,
Yürekte ki alev, o kor da söndü,
Gözlerimde bir an düşler bölündü;
Zaman aynalarda bakışıp gitti.

Siyah, beyaz bir düş kalan geriye,
Dönüp, dönüp bakmak, neden maziye?
Verdiğin o bakış, o son hediye,
Yalnız akşamlarda uçuşup gitti

Silen olmadı hiç göz yaşlarımı,
Bir efkar sardı hep bakışlarımı,
Yenilgi sandılar susuşlarımı,
Yanlışlar, doğrular yarışıp gitti.

Bir savaş içimde bütün gidişler,
Boynu bükük, mahzun o terk edişler,
Artık benden yana derken silişler;
Kalan son kalemde vuruşup gitti...

Bir başka gözüküyor yüzler bugün
Soldu mu hayatın umut yaprağı
Yalnızlık başladı ve yine hüzün
Bakımsız mı gönlümün irem bağları

Dost kalbiyle dosttur insana
Unutuldu mu yaşanan o mutlu günler
Bir merhabadır, ulaşır ruhuma
Nerde o gönderilen sıcacık güller

O mevsim ki bir bahardır gönlümde
Hani dosttan gelen bereket yağmuru
Bir gülün hayali varsa gönlümde
Yok mu onu yeşertecek bir yeşil duygu

(can'a...)

Peygamber Efendimiz'in (s.a.v) kullandığı 40 öğretme metodu


Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm, evrensel bir eğitim-öğretim sistemi
getirmiş ve bütün kalpleri, bütün ruhları, bütün akılları, bütün nefisleri
ideal ufka yükseltecek bir mesaj sunmuştur. Sadece O'nun getirdiği sistemdir
ki hem ruhu, hem aklı hem de nefsi, yükselebilecek en son noktaya
ulaştırmıştır.


Peygamber Efendimiz'in kullandığı 40 öğretme metodu:
1. Efendimiz, söylediği hakikatleri bizzat yaşayarak hayatıyla göstermiştir.
2. Dinî yükümlülükleri tedrîcî (yavaş yavaş, basamak basamak) bir sistemle
öğretmiştir.
3. Öğretmede orta yolda durmaya ve insanları bıktırmaktan uzak durmaya
riayet etmiştir.

4. Öğrenenler arasındaki kişisel farklılıkları göz önünde bulundurmuştur.
5. Karşılıklı konuşma ve soru-cevap şeklini kullanmıştır.
6. Yanlış düşünceyi söküp atmak ve gerçek doğru bilgiyi net bir şekilde
muhatabın kafasına yerleştirmek için aklî ölçüleri kullanmıştır.
7. Muhataplarına soru yöneltmiş, böylece onların zeka ve bilgi seviyelerini
ölçmüştür.
8. Mukayese ve örneklendirme metodunu kullanmıştır.
9. Benzetme ve halk arasında yaygın olarak kullanılan örnekleri
kullanmıştır.

10. Anlattığı hususu, elinde herhangi bir şey ile yere ve toprağa çizerek
bizzat göstermiştir.

11. Sözle beraber jest ve mimiklerini kullanmış ve el ile işaretlerde
bulunmuştur.

12. Önemine binaen, halin mümkün kıldığı bir nesneyi bizzat eline almış,
eliyle kaldırmış ve arkasından söyleyeceği hususu söylemiştir.

13. Muhataplarından bir soru gelmeden söze önce kendileri başlamıştır.
14. Muhatabının sorusuna eksik ve fazla olmadan cevap vermiştir.
15. Muhatabının sorusuna, onun ihtiyacına binaen sorduğundan daha fazlasıyla
cevap vermiştir.

16. Muhatabını, güzel bir hikmete binaen, sorduğu sorudan daha önemli bir
hususa yönlendirdiği de olmuştur.

17. Soru soranın sorduğu soruyu tekrarlamasını istemiştir.
18. Muhatabın aldığı cevabı tekrar etmesini istemiştir. Böylece cevap
unutulmayacaktır.

19. Bildiği bir husustan dolayı kişiyi imtihan etmiştir ki bununla doğru
cevap vereceği için kişiyi sena etmek, övmek istemiştir.

20. Önünde olan bir olaya karşı susma yolunu tercih etmiştir.
21. Öğretme esnasında meydana gelebilecek imkan ve fırsatlarıdeğerlendirmiştir.
22. Latife ve şaka yoluyla öğretmeyi tercih etmiştir.
23. Öğrettiği hususu yeminle tekit etmiş perçinlemiştir.
24. Öğretilen hususun önemine binaen sözü üç kere tekrar etmiştir.
25. Konunun önemini oturuşunu ve duruşunu değiştirerek ve sözü tekrar ederekgöstermiştir.
26. Cevabı geciktirerek muhatabın sorusunu tekrar etmesini sağlayarak onuuyarmıştır.
27. Muhatabı intibaha sevk etmek için, onu omzundan veya elinden tutmuştur.
28. Muhatabı teşvik için veya onu sıkıntıya sokacak bir durumdan dolayı,bazı hususların gizli kalmasını yeğlemiştir.
29. Söyleyeceği hususun hafızalarda daha iyi yer etmesi veya ezberlenmesiiçin, sözü kısa ve öz bir şekilde ifade etmiş, daha sonra ise ayrıntılarına geçmiştir.
30. Cevabın birkaç madde ile verileceği durumlarda önce cevabın kaç maddedenoluştuğunu bildirmek için sayıyı söylemiş daha sonra saymıştır.
31. Va'z etme, nasihat etme ve öğüt verme metodunu kullanmıştır.
32. İnsanların şevklerini kamçılama veya neticesi elem verici hususlardanşiddetle uzaklaştırma (Tergib ve terhib) metodunu kullanmıştır.
33. Kıssa ve geçmiş ümmetlere ve insanlara dair haberlerle öğretme metodunuuygulamıştır.
34. Sorunun cevabının muhatabı utandırma ihtimali olan hususlarda önce nazikbir hazırlık süreci hazırlamış ve soruyu öyle cevaplandırmıştır.
35. Sorunun cevabının muhatabı utandırma ihtimali olan hususlarda üstükapalı olarak kinaye yoluyla ve işaret ederek yetinmiştir.
36. Kadınlara öğretmeyi ve nasihat etmeyi de asla ihmal etmemiştir.
37. Halin gerektirdiği durumlarda öğretme hususunda azarlayıp paylamayı(ta'nif) ve kızmayı (gadab) da ihmal etmemiştir. Ne var ki onun paylaması vekızması da merhamet yörüngesinde ve ümmetinin selameti için olmuştur.
38. Talim ve tebliğde, kitabeti (yazma metodunu) da kullanmıştır.
39. Yabancı dilleri (mesela Süryaniceyi) öğrenmesi için bazı sahabelerigörevlendirmiştir ki bu husus da günümüzde dünyanın dört bir tarafındaİslam'ın güzelliklerini öğrenmek isteyenlere karşı yapılacak vazifenin çokönemli bir basamağını teşkil etmektedir.
40. Bizzat kendi mübarek zatıyla talimde bulunmuştur.

11 Nisan 2007 Çarşamba

İlim üzerine birkaç not...

"Dünyanın faniliğini (boşluğunu) anlamak için ilim lâzımdır."
Burada bahsedilen ilim, sahibine faydalı ilimdir. Bu da "mari'fetullâh"dır. Çünkü ilim olmayınca insan, bir şeyin fayda ve zararını anlayamaz. İlim, sahibinin kalbini parlatır, kalpten perdeleri kaldırır. Böylece o kimse de yolunu ve yürüyüşünü tayin eder. İlim, insanı Allâh'a yaklaştırır. Allâh'tan uzaklaşmak da ilimsizlikten olur.
Hz. Peygamber (s.a.v.): "Evde nasıl ki kandil karanlığı yırtar ve aydınlatıp eşyayı gösterir ise faydalı ilim de kalbi aydınlatacağından, perdeleri kaldırıp insanı mâsivâ (Allâh'dan başka her şey) dan uzaklaştırarak, Allâh'a yaklaştırır." buyurmuşlardır.
İlim insana kendisinin mahluk ve hiç olduğunu hatırlatır. Faydalı ilim ne kadar kuvvetli olursa, imân da o derece kuvvetli olur. Böylece insan, bir vehimden ibaret olan varlığından uzaklaşır ve Allâh'a yaklaşır.
Hz. Peygamber (s.a.v.):"Yâ Rabbî, menfaati olmayan ilimden sana sığınırım." buyuruyor.
Hayırlı ilim, kalbde Allâh korkusu uyandıran ilimdir. Böyle ilme sahip olan kimsede Allâh korkusu uyanınca, o kimse sahip olduğu ilimden fayda görür. En büyük menfaat Allâh sevgisinin bulunmasıdır. Bu sebeple insan, kendisinde Allâh korkusu ve sevgisi uyandıran ilimden menfaat sağlayabilir. Allâh sevgisi olmayan insan, insan dâhi değildir.
Allâhu Teâlâ buyuruyor:"Onlar ki gözleri bakar görmez; kulakları var işitmez; bunlar hayvandır."

Ağla gönlüm

 Sen ağlamaktan vaz geçtin diye oluyor hep bunlar..  Ağla gönlüm.. Ağla ki açsın bahar dalları..  Sen anlatmayınca içindekini; nerden bilece...