Müzik

10 Haziran 2007 Pazar

*Eylül işte; nâm-ı diğer, hüzün...

Eylül...
Fersude sonbaharların giriş kapısı...
İlk yaz rüzgârından alınmışbir hızla savrulan düşüncelerin,
hoyrat hayallerin ve avare zamanların yorgunluğu, kırgınlığı,
pejmürdeliği içinde yeniden derlenip toparlanması gereken hayatın rengi...
Ve yeniden başlamanın yorgun ritmini hatırlatan yağmurlar...
Bölük pörçük hatıralar, kırık dökük sevinçler...

Şiir kılığında gelen acı...

Eylül işte; nâm-ı diğer, hüzün...
Eylül...
Her şair için ayrı bir Leyla; kurşunî gelinlikler giyinip de gelen...
Dilemmaların çıldırtıcı sükunu bir yanda; ve bir yanda sislerin ve
buğuların ardından sökün edip yürümüş sancıların ilhamı...
Katar katar uzaklaşan kuşların kanatlarına yüklenen son arzular kadar umutsuz ve beklenesi...

Eylül işte; nâm-ı diğer, pişmanlık...
Bilmiyorum, siz bu yazıyı okurken yağmur yağıyor olacak mı?..
Belki yapraklar savruluyordur şimdi bulunduğunuz şehirde;
belki sular kararıyordur yavaş yavaş...
Altın kızılı bir gurubun soyunmuş dalında çifte kumruları seyrediyorsunuz belki de...
Bir sanatoryum bahçesinde gezinen uzun saçlı, zayıf ve genç iki kaderdaştır belki ikindiler ve yağmurlar...
Belki sizin kentin huzurludur akşamları, belki de alaca düşmüş gecenin bir yüzünde siyah tırnaklarını ruhunuza geçirmeye çalışan ifritler dolaşır...

Eylül işte; nâm-ı diğer melal...
Tenha yollar, aşınmış günler, hayata dar gelen arzular ve kanadı kırık kuşlar...
Tabiatın birden uyanıp gerçeği gören yüzü...
Kıymeti bilinmeyen lezzetin çamurlara bulaşmış sarı bir acılık tarafından istilasına karşı şaşkınlık...
Acıların beyhude, sevinçlerin zavallı, mutlulukların fanî olduğunu anlamanın dehşeti...

Eylül işte; nâm-ı diğer, ölümün rengi...
Eylül...
Yaşanmamış mevsimlerin en gerçeği...
Uçuk benizli koşuşturmacalar, yeniden kurulan defter kitap pazarı...
Eski okul çantasına kalem yerine ancak gözyaşını koyarak okula giden minik adımlar...
Yoksul mahallelerde gitgide çamurlanacak karanlık sokaklar...
Camlara mıhlanıp 70 yıllık muhteşem bir sükût ile yolları seyreden kırçıl hatıralar...
Ciğer paresini okula eksik kitapla gönderen annenin yüreğindeki çizik...
Para etse canını da verir ama...

Eylül işte; nâm-ı diğer, acının mührü*...

*İskender PALA*

1 yorum:

Adsız dedi ki...

EYLÜL...
Bak mevsim yine sonbahar, aylardan eylül
Yaprak dökümünde zaman...
Koparılıyorlar bir bir dallarından
Ayrılıyor, ayrılıyorlar birer birer
Ve...
Her rüzgâr esişte ayrı ayrı savruluyorlar
Tüy gibi, köşe bucak
Kaldırım taşları artık yalnız değil
Alı, sarısı, yeşiliyle kaplıyor şimdi
Güneşin ışıkları, sokak lâmbaları
Renk renk, gözleri kamaştırıyor baktıkça...
Öylesine güzellikler var ki içlerinde
Görmesini bilen gözlere...
Bazen kızılı daha kızıl görür
Sarısı sapsarı sarar benlikleri
Yakar, yakar, yakar... İçten içe
Beni...
Seni...
Onu...
Hepimizi...
Güler Açıkgöz BAŞAR
...................................

EYLÜL...
Eylülde bu yıl, bir sarı hüzzam bestesi gizli,
Ey hatıralar, nerdesiniz, güz mevsimi geldi.
Körfezde batan gün gibi mahzun, ben gibi içli,
Ey hatıralar, nerdesiniz, göç mevsimi geldi.
Sahilde melaliyle gezen gölgen de silindi,
İsyan ediyor sözlerime, mazi bile şimdi.
Körfezde doğan gün gibi yorgun, ben gibi içli,
Ey hatıralar, nerdesiniz, göç mevsimi geldi....
...................................
Asude bir Eylül gecesi, güller içinde,
Bir eski hazan bahçesi özler gibi gönlüm.
Sevdalı sesinden süzülen hüzne bürünmüş,
Bir eski zaman bestesi ister yine gönlüm.
Hülya dolu gözlerdeki esrara dalıp ta,
Körfezde gurub etmeyi düşler yine gönlüm.
Bir hayli zaman öncesi yıllar gibi sakin,
Bir eski hazan bahçesi özler yine gönlüm... Ceyda GÖRK

Ağla gönlüm

 Sen ağlamaktan vaz geçtin diye oluyor hep bunlar..  Ağla gönlüm.. Ağla ki açsın bahar dalları..  Sen anlatmayınca içindekini; nerden bilece...