Müzik

17 Ağustos 2007 Cuma

NE OLUYOR BİZE ?

Ne oluyor bize? Yıllarca akan suya baktık. Arazilerimiz kuraklık ve susuzluktan çatlarken yağmur duasına çıkmayı tercih ettik. Biz yağmur duası yaparken biraz ötedeki nehirlerimiz, çaylarımız derelerimiz şırıl şırıl akıyordu. Aklımız başımıza geldi barajlar yaptık, göletler oluşturduk fakat neden sonra. Elin adamı çölde buğday yetiştirip ekmeğini yerken biz hayret etmekle yetiniyoruz.
Elimizdeki değerlerin kıymetini bilemiyoruz. Bütün bunlar yetmezmiş gibi israfta da rekor seviyelere ulaşabiliyoruz. Ülkemizde israf edilen günlük ekmeğin ortalama seksen ila yüz bin kişinin ihtiyacını karşılayacak miktarda olduğu söylendiği zaman önce ürperiyor biraz sonrada unutuveriyoruz. Çok çabuk unutan, hatta unutkanlığını bile unutan bir toplum haline geldik. Nedense hep sonradan geliyor aklımız başımıza. Kazalara kurban vermeden tedbir almıyoruz. Genetik yapımızda mı var bu davranışımız bilemiyorum. İnsanlar içinde bu böyle. Ölmeden evvel sahip çıkmıyoruz kimseye. İnsanın ölüsüne dirisinden daha çok değer veriyoruz. En çok kullandığımız kelimelerin başında "Keşke" geliyor. Bu yüzden olacak ne ağladığımız belli ne de güldüğümüz. Sanki koro halinde aynı tekerlemeyi kullanıyoruz. “Eh! Yaşayıp gidiyoruz işte.” En ciddi mes'eleleri salladığımız gibi hayatı bile sallamayı tercih ediyoruz. Hep sıfırı tükettikten sonra geliyor aklımız başımıza. Kalanını da bitirmek için “Son pişmanlık fayda vermez” deyip basıyoruz altımızdaki iskemleye tekmeyi. Oysa kullanmasını bilen için son pişmanlığın bile fayda vereceğini bir kez olsun düşünmüyoruz bile. Yediğimiz tokadın hesabını, tokadı atandan soracağımıza bir tokatta yanıbaşımızdakine sallayıveriyoruz. Herkes gücü yettiğine saldırıyor. Sonra, ne şairin yeni yazdığı bir şiiri, ne yeni çıkan bir kitap ne de bir mucidin yeni icadı…Adeta ilgilendirmiyor bizi. Oysa onlar için kaç gece uykusuz kalmışlar hatta zamanı bile unutmuşlardı. Kimin umurunda bunlar. Varsa yoksa çıkar ve menfaat. Para üzerine kurulu bir düzen. Filmlerin, dizilerin bile konusu para üzerine kurulu. Bugün toplumda bu anlayışın yaşı yedilere kadar inmiş durumda. dikkat edelim böyle bir anlayışın hakim olduğu yerde idealist insanın yetişmesi oldukça zordur. Para elbette önemlidir. Bırakınız dirilerin paraya olan ihtiyacını ölü bile parasız defnedilemiyor. Fakat her şey para olmamalı değil mi? Bütün bunlar toplumda ikiyüzlü insan sayısını artırıcı sebeplerin başında geliyor. İstediklerini elde edinceye kadar eğilen zayıf insanlar, emellerine ulaştıktan sonra bunun bedelini söz sahibi oldukları insanlardan çıkarı-yorlar. Böyle mi olmalıydı? Layık olmadan sahip olmaya çalışmazdık.
Layık olduğunda bile görev istemeyi kendine zül sayan verildiğinde ise kendini liyakat terazisinde yüzlerce defa ölçüp tartan bir anlayışın temsilcileriydik. “İnsanı yaşat ki Devlet yaşasın” düsturuyla hareket ediyorduk. Ahde Vefayı satırlardan önce gönüllere yazıyorduk. Yaşayanlar bilirler ki daha düne kadar bizim dedelerimiz çek senet nedir bilmezlerdi. Sözleri hem çek hem de senetti. Bugünkülerin bakkaldan veresiye kibrit bile alamadıkları dünyada onlar bir selamları ile bugünün milyarlarca liralık malını alabilirlerdi. Güven ve itimat sağlam idi. Bir sözleri ile iş yapanlar mahkeme kapısı nedir bilmezken, bugün dosyalar çek senet hacizleri ile dolu.
Unutulmamalı ki cüzdan seslerinin vicdan seslerini bastırdığı bir dünyada insanlar enkaz toplamakla meşguldürler. Kimbilir belki de bu yüzden kırık teli sazımızın. Akordumuz bozulmuşsa, düzen tutmuyorsa sazımız, elbet bir nedeni vardır. Avrupa'ya giden işçilerimizden çok dinledim. Sonra karara vardım ki Avrupalı komşu elinden çorba içmenin tadını bile oraya giden işçilerimizden öğrenmiş. Bir elmanın yarısını paylaşmayı, derdi bölüşmeyi… İşte akord böyle kuruluyor dünyada. Demek isteriz çalışkanlığın, iyiliğin timsali bu millet emperyalist büyülere kapılmamalı, özünde var olanı yaşatmanın mücadelesini kıyamete kadar vermeye devam etmelidir.
Yaşananlar karşısında “Ne oluyor bize” demeye hakkımız yok mu?
Ahmet Seven

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Hoş geldin!
Kesilmiş bir kol gibi
omuz başımızdaydı boşluğun...
Hoş geldin!
Ayrılık uzun sürdü.
Özledik.
Gözledik...
Hoş geldin!
Biz
bıraktığın gibiyiz.
Ustalaştık biraz daha
taşı kırmakta,
dostu düşmandan ayırmakta...
Hoş geldin.
Yerin hazır.
Hoş geldin.
Dinleyip diyecek çok.
Fakat uzun söze vaktimiz yok.
YÜRÜYELİM.....

Ağla gönlüm

 Sen ağlamaktan vaz geçtin diye oluyor hep bunlar..  Ağla gönlüm.. Ağla ki açsın bahar dalları..  Sen anlatmayınca içindekini; nerden bilece...