Müzik

12 Mart 2007 Pazartesi

Hayat Bu...

Rabbimiz bize bir akıl vermiş ve biz bunu ne kadar güzel kullanabiliyoruz?
Demem o ki bazımız çok iyi yerlerde bazımız sefalet içinde olsak da hep bir imtihan içindeyiz ve imtihan bitmeyecek, ta ki o malum zaman gelene kadar= ÖLÜM!
Osmanlı zamanında kabirler şehrin ortasında olurmuş ki kimse unutmasın onu!
Bizler yaşıyoruz ve yaşantımızın son bulması ile birlikte bütün işlerimiz de son bulacak!
Son bulmayan 3 şey; malumunuz:
1. Hayırlı evlat
2. Sadaka-i câriye (Kalıcı bir eser)
3. Faydalı ilim.

Hayırlı evlat bize dua edecek.
Bıraktığımız eser (mesela yaptırdığımız bir okul) bize diğer kişiler tarafından hayır dua ettirecek.
Faydalı ilim de arkamızdan gelenlerin ondan faydalanıp iyi işler yapmasına ve bizim de dolayısıyla o hayırda bir tuzumuz bulunmasına vesile olmuş olacak.

Yaşıyoruz..
Yaşadığımızın farkında olarak mı yaşamak isteriz yoksa öylesine mi?
Yaşıyoruz..
Amaçsız, bir insan nereye kadar yaşayabiliyor?
Yaşıyoruz..
İyilikler olmasa kalbimiz ne kadar dayanırdı bu dünyaya?

Kendime yani hayatıma çeki düzen vermek istiyorum!
Yeni hayatımda bol bol iyilikler olacak inşaAllah :=)
Ben duaya inanırım.. Çalışmakla birlikte duaların çok büyük ehemmiyeti var..
Dualarınızı bekliyorum...
MerveZeynep

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Hz.EYYÜB AS

Sabır Kahramanı olarak nitelenen Eyyub Peygamberin kıssası ilgimi hep çeke gelmiştir. Özellikle, değişik vesilelerle Lem’alar’daki Eyyub bahsini okuduğumda, her defasında hayran olmuşumdur. “Nerede benim hayatım, nerede Eyyub Aleyhisselam!” diye iç geçirmişimdir okuyuşlarımda. Yıllar boyu hasta yatağında şikayet etmeden, üstelik hastalığını ubudiyet vesilesi bilerek şükür halinde yaşamış bir güzel kul. Hastalığı uğradığı tek musibet de değil. Öncesinde evlatları ve zenginliği elinden alınmış, ağzından isyankâr bir tek söz çıkmamış, dahası kalbinden geçmemiş. İşin doğrusu, kalbinden geçmediği için ağzından çıkmamış.

Fakat, bilindiği üzere, bu sabır kahramanı güzel kul, gün gelmiş hastalığından üreyen kurtlar diline ve kalbine iliştiğinde, o meşhur duasını etmiş ve onunla da tüm dertlerinden kurtulmuş. Kurtların kalbine ve diline ilişmesi, Bediüzzaman’ın nefis yorumunda hastalığın artık kendisinin ubudiyetine vesile değil de bilakis engel şekline dönüşmesi olarak anlamını bulur. Bir diğer deyişle, Eyyub Peygamber artık hastalığını vesile bilip şükür edememektedir. Artık isyana girmekten, Rabbinin kendisine biçtiği karşısında şikâyet etmekten korkmaktadır. Bu yüzden de “Rabbim zarar bana dokundu. Sen merhametlilerin en merhametlisisin” diyerek Rabbine niyazda bulunur. Güzel kul Eyyub, tehlike karşısında yine kulluğa yaraşır bir tavır sergiler ve Rabbine sığınır. Tehlikeyi yine kulluğuna vesile yapar. Selamete erişir.

Çok güzel bir şekilde son bulan bu kıssada aklımı kurcalayan bir soru hep olmuştu. Yıllarca sabreden Eyyub Aleyhisselam neden gün gelmişti de sabredememekten, isyana düşmekten korkmuştu? Değişen neydi? Sabır gün gelip bitiveren birşey miydi ki, Eyyub da ‘yeter artık, bu kadar sabrettik, artık yetsin bitsin bu sıkıntı’ mı deyivermişti?

Oysa böyle olmayacağı, musibetleri ubudiyet vesilesi kılan Eyyub’un böylesi bir düşünceye girmeyeceği besbelliydi.

Peki neydi günün birinde ona bu duayı ettiren?

Aklımı kurcalayan bu sorular, peygamberler tarihine baktığımda bir şaşkınlık vesilesi oldu, ama son da buldu. Etrafında bulunanlar Eyyub aleyhisselama “Eğer sen iyi bir kul olsaydın, Rabbin sana bunca seneler boyu bu sıkıntıları vermezdi” demeye başlamışlardı. Şeytan, dessas insanlar eliyle, onların dilinden Eyyub’a vesvesesini ulaştırıyordu.

Böylece, o güne değin Rabbine karşı hiçbir şekilde isyan etmemiş olan Eyyub artık isyan etmekten korkar hale gelir. Gelen vesveseler karşısında, maâzallah, kalbi şüpheye düşecek, dili zikrini yapamaz olacaktır. O da duasını yapar ve kalbini ve dilini ibadetinden alıkoymadan bu vesveseden sahil-i selamete çıkar.

(Ki, Eyyub aleyhisselamın Rabbine olan münacatı Kur’ân’da bir sûrede “Zarar bana dokundu” ifadesiyle beyan edilirken, bir diğer sûrede “Şeytan bana dokundu” diye verilir. Bu iki ifade birarada düşünüldüğünde, Eyyub aleyhisselamın hastalığın maddî boyutuna karşı sabırsızlık göstermediği anlaşılır. Onun derdi, bedeninin çektiği acılar değil, ‘mahall-i iman’ olan kalbinin ve kalbinin tercümanı olan dilinin isyana düşmemesidir.)

İnsanların Eyyub Peygambere söyledikleri ve onun bu denilenler karşısında yaşadıkları, beni epeyce dehşete düşürdü. Rabbinden gelen en ağır musibetler karşısında bir an bile kulluğundan taviz vermeyen Eyyub, insanlardan gelen sözler karşısında daha zorlu bir sınav yaşamıştı. Rabbinden gelene yıllar yılı sabreden sabır kahramanı Eyyub, insanlardan gelen karşısında sabredememekten korkmuştu.

Bu durum bana kendi hayatımı ve hayatlarımızı bir de bu gözle görme fırsatı verdi. Yaşadığım pek çok sıkıntının, dert edindiğim çok meselelerin aslında başkalarının gözüyle onlara baktığım için beni rahatsız ettiğini farkına vardım.

‘Ne derler?’, ‘Nasıl anlarlar?’ ‘Şöyle söylemişlerdi?’ diye kurgulamaktan, ‘Rabbimin rızası hangisindedir?’, ‘Yaptığımın O’nun indinde makbuliyeti nedir?’, ‘O benden razı mıdır?’ kısmı eksik kalıyordu. Üstelik, bu kısım eksik kaldıkça, insanların dediklerine, düşündüklerine verdiğim önem daha bir baskın çıkıyor, beni daha bir hapsediyor, hayatımı daha bir yönlendirir hale geliyordu. Bir kısır döngü hayatımı çevirip gidiyordu.

Bu sadece bana mahsus bir durum da değildi. Etrafımdakilerin de aynen ben gibi bir kısır döngü içinde dönüp durduklarını görüyordum. Bir yanda mü’minlerden olma gayreti, yanıbaşında insanların ne dedikleri endişesi. Bir uçta Rabbini razı etmek, diğerinde mahlukatının da onayı. Eyyub gibi bir sabır kahramanını sabrından eden insanların dedisi-kodusu bizi nerelere götürürdü? Dahası götürebileceği, Rabbinden uzaklaşmak dışında bir yer var mıydı? Olmuş muydu?

Oysa ki Eyyub kıssası ne güzel bir örnek veriyor bizlere. Başta Rabbinden gelene razı olmak, onu Rabbini hatırlama vesilesi kılmak. O’ndan gayrı gelenleri de O’na havale etmek, O’nu vekil kılmak. Kalbini O’ndan başkasının bağıyla bağlamamak. Gayrın oyuncağı olmamak...

Şüphesiz bizler Eyyub kadar sabır gösteremeyiz, onun duasını onun kadar bekledikten sonra yapamayız. Ama sanırım asıl olan, ne zaman olursa olsun, gayrın zarar vereceğini hissettiğimiz anda o duayı yapabilmek. Zarara henüz düşmeden, zarar ihtimaline binaen Rabbimize sığınabilmek.

Hayatımızı başkalarının değil, kulluğumuzun idare ettiğini ancak böyle gösterebiliriz.
_________________

Ağla gönlüm

 Sen ağlamaktan vaz geçtin diye oluyor hep bunlar..  Ağla gönlüm.. Ağla ki açsın bahar dalları..  Sen anlatmayınca içindekini; nerden bilece...